SON TV Yazıları: Casusluk Hikayeleri – TURAN ÇAĞLAR
[ 9/6/2014 - 12:28 ]  By Mehmet Eymür  admin@atin.org

Tarih 17 Mart 1997, yer TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Eski bir MİT mensubu olan ve görevde iken Doğu Perinçek’in TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) isimli illegal örgütünden sorumlu Avukat Necdet Küçüktaşkıner, komisyon üyelerine şunları söylüyordu:

SON TV Yazıları: Casusluk Hikayeleri – TURAN ÇAĞLAR


Tarih 17 Mart 1997, yer TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Eski bir MİT mensubu olan ve görevde iken Doğu Perinçek’in TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) isimli illegal örgütünden sorumlu Avukat Necdet Küçüktaşkıner, komisyon üyelerine şunları söylüyordu:


“Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Operasyonu’nu planlayan benim. Adı Şafak Operasyonudur. Bu Şafak Operasyonunu yürütürken İstanbul bölge sorumlusu Ferit İlsever'in karargâh olarak kullandığı evi tespit ettik. Bu karargâh, Hiller Samder Boyt adında Robert Kolej'de profesör olan şahsa ait, İngiliz uyruklu.






Ve bu operasyon sonucunda İstanbul bölgesinde ve bütün Türkiye şamil olmak üzere, 266 eleman yakaladık; bu arada İngiliz'i de yakaladık. İngiliz'i aldık emniyete getirdik, gazetelerde yazdı... Bu İngiliz'i, bize sorgulatmadılar. 20 tane konsolosluk arabası geldi. MİT'ten gelen emir, ben, Ankara'dan kimin yaptığını bilemem. Bizim teşkilattan geliyor. Bir de yabancılar üzerimize geliyor, kesin operasyonu, biz de operasyonu kestik; yani ve o tarihlerde bu adamı sorgulayamamamız nedeniyle, biz, yabancı iltisaklarını tespit edemedik; ama şunu şöyle söyleyeyim, bize dediler ki sol örgütü yakala. Biz, sol illegal örgütü deşifre etme çalışmalarına girerken altından İngiliz çıktı.






…Bakınız, ben bunu ek olarak koydum. Şu nokta dergisi 1993 senesi yıl, sayı: 36'dır. Bu dergi mutlaka her Türk vatandaşının okuması lazım, sağcısı solcusu, Alevî'si Sünnî'si, Türkü Kürdü, herkesin okuması lazım. Şu çok önemli belgedir. Bunu okuyunca herkes birçok şeyler öğrenir. Yabancı bir Milli İstihbarat Teşkilatının içerisine... Bunlar çok detaylı şeyler; ama çok sathi anlatmaya çalışıyorum. Bu adamlar bir şeyler yapmak istiyorlar. Burada bir ihtilal hazırlığı var. Turan Çağlar daha önce 27 Mayıs ihtilalinde de yer almış bir adam. Radyoevini işgal etmiş, ondan sonra radyoevi müdürü yapmışlar bunu, Turan Çağlar bu kişi. Daha sonra, bu tabii bırakılıyor, Ankara'dan birtakım adamlar geliyor, bir şeyler oluyor, bırakın bunu, bırakıyorlar ve bunun üzerinde duruyorlar. Bu adam neyin nesidir, fesidir, o tarihten sonra serbest bırakılıyor; ama MİT kontrolü bırakmıyor bu adam üzerindeki ve neticede Turan Çağlar'ın Amerikalı Mark Lesin (yanılmıyorsam) adında bir CIA ajanıyla suçüstü yapıyorlar Levent'teki bir evde.


Buralarda, yer konusunda yanlışlığım olabilir. Adam suçüstü oluyor, Amerikalılara, CIA'lilere bilgi verirken suçüstü oluyor, onlardan para alıyormuş 1000 dolar filan. İşte içimizdeki bir iki kişiye de -soysuz adamlar diyeceğim tabirimi mazur görün- para veriyormuş, orada bilgileri çalıyor, bunları Aydınlık Gazetesine aktarıyor. Bu arada şunu arz etmek istiyorum: Bu adamın CIA'dan aldığı talimat muvacehesinde Aydınlık Gazetesini desteklemesi bence ilgi çekici bir olaydır, Komisyonun dikkatini çekiyorum. Netice itibariyle, adam askerî mahkemede yargılanıyor, yargılanırken de ölüyor. 1980'den sonra; bu dosyada hepsi var.”


*****


Şimdi öncelikle, Küçüktaşkıner’in herkesin okumasını tavsiye ettiği o belgeye yer verelim. Nokta Dergisinin 29 Ağustos - 4 Eylül 1993 tarihli, 36 sayılı yayını, sayfa 36-39:


"Bir ölümün anatomisi"


Emekli Albay Turan Çağlar, tam 10 yıl önce Mamak Cezaevi'nde esrarengiz bir biçimde öddü. 27 Mayıs'ın radyo müdürüydü. İstihbaratçılık ve Amerikan kuruluşlarıyla ilişkili "Özel Sektör Enformasyon Bürosu yöneticiliğinin ardından holding yöneticisi oldu. Basına kontrgerilla ile ilgili bilgi sızdırdığı, MİT içerisindeki çatışmaya taraf olduğu iddiaları onun sonunu hazırladı.


10 yıl sonra Turan Çağlar Olayı

Mehmet Güç






Yer: 12 Eylül öncesi yayınlanan Aydınlık Gazetesi'nin İstanbul'daki yazıişleri salonu.
Tarih: 26 Temmuz 1979. Bir masanın etrafında toplanmış 11 gazete yöneticisi
ayakla duran kişiyi dinliyordu, "Kontrgerillanın İstanbul MİT bölge teşkilatında
yer alan kişiler..." diye başlayıp devam ediyordu ona boylu, kumral, seyrek ve
kısa saçlı adam. İsimler sıralıyor, eylemler anlatıyor, tırmanan terörün
ardındaki karanlık ilişkilere ait ipuçları veriyordu... 11 gazete yöneticisinin dikkatle dinlediği kişi Turan Çağlar; toplantı, Aydınlık Gazetesi’nin genişletilmiş yazı kurulu toplantısı; toplantı konusu da bir süre sonra başlatılacak kontrgerilla ile ilgili kampanyaydı.


Üç saat kadar süren toplantıdan sonra gazeteden ayrılan Turan Çağlar, daha binadan 100 metre uzaklaşmadan yolunu kesen bir arabaya bindirilerek kaçırılacaktı. Aslında bindiği araba da arabadakiler de çok yabancısı
değildi. En azından aynı kurum içerisinde beraber çalıştığı kişilerdi bunlar. Bunlardan birinin, dönemin İstanbul MİT Bölge Başkan Yardımcısı Özcan Koç olduğu daha sonra öne sürülecekti.


Daha yolda başlamıştı sorgulama. Ne anlattığı ve neden anlattığını
soruyorlardı. Teşkilata ihanetle, komünistlere bilgi vermekle suçluyor, arada bir de farklı uyarılarda bulunuyorlardı.






Sonra gittikleri bir tanıdık binada kendisine birkaç saat önce gazetede yaptığı konuşma dinletiliyordu bir teypten. En çok da "Turan Deniz'in yanında tavır almasının başına bela olacağı" üzerinde duruyorlardı. Sorguculara göre Nuri Bey çok kızmıştı Çağlar'a. Ve "MİT'e ait bina, eleman ve imkânların kontrgerilla yöntemleri için kullanıldığının ifşası da ne demek oluyor?" diye hiddetle sormuştu Nuri Gündeş Bey.


Turan Çağlar ise, teşkilata ihanet etmediğini herkesin bildiği şeyler üzerine konuştuğunu söyleyerek kendini savunuyordu. Turan Deniz ile ilişkisi ise eski bir dostluğa, mesai arkadaşlığına dayanıyordu sadece... Nihayet Çağlar, akşam saatlerinde Belgrad ormanlarında arabadan indirildiğinde kelimenin tam anlamış perişan bir haldeydi.






AJANLIK KUŞKUSU


Turan Çağlar, olaydan bir gün sonra Aydınlık'tan tanıdığı bir gazeteciyi
Divan Otelinde buluşmaya çağırıyordu. 27 Temmuz 1979 günü akşam saatlerinde
Divan Oteli'ne bir değil iki gazeteci gelmişti. Gazetecilere olayı anlatan
Çağlar, “aranızda bir ajan var. O yazı kuruluna katılanlardan biri bu" diyordu.
O korkulu, kuşkulu günlerde küçük bir panik yaşatıyordu bu iddia. O günün
tanığı, ama adının açıklanmasını istemeyen gazeteci-yazar, şimdi. "Turan
Çağlar'la bu konuşmadan sonra yaptığımız bir araştırmada o yazı kurulu
toplantısına katılmış kişiye dair kuşkularımız oluştu" diyordu.


MİT tarafından bütün konuşmaları banda alınan yazı kurulu toplantısı için
görüştüğümüz o dönem Aydınlık gazetesinin başyazarı ve gazeteyi yönlendiren Türkiye İşçi Köylü Partisi Genel Başkam Doğu Perinçek ise şunları söylüyordu.


“öncesinde de sonrasında da MİT'le ilişkisi olduğunu saptadığımız insanlar
oldu. Kuşkulandıklarımız da oldu. Aydınlık, yüzden fazla insanın çalıştığı bir
yerdi ve kamuoyunun olduğu kadar. MİT'in de ilgi odağıydı. Bu nedenle o yazı
kurulu toplantısında bir ajan olabilir diyorum. Kuşkulandığımız insanlar vardı
ama tabii MİT görevlileri bu kaydı mikrofon yardımcılığıyla da yapmış olabilir. Bunu kesin olarak bilmek mümkün değil."






Emekli Albay Turan Çağlar o tarihten 12 Eylül 1980'e kadar "üç kez teş-kilat arkadaşları tarafından arabayla günübirlik "gezilere" çıkarıldı. Sorular soruldu, uyarılar yapıldı ve tehditler savuruldu bir kaç yumrukla beraber.


İSTİHBARİ FAALİYETLER


Turan Çağlar kimdi? Gazetelere verdiği bu bilgilere nasıl sahip oluyordu? Ve
neden bu bilgileri gazetelere vermek istiyordu? Ya adaşı Turan Deniz... O nerede
ve nasıl bir taraftı? Turan Çağlar neden ondan yana bir tavır alıyor, MİT Bölge Başkanı Nuri Gündeş de buna neden kızıyordu?


1921 doğumlu ve 1941 Harp Okulu mezunu Turan Çağlar, 27 Mayıs 1960
harekâtının lider kadrosundaki bir askeri istihbaratçı olarak radyo müdürlüğü
görevini ifa etti. 1965'ten itibaren Tepebaşı’ndaki Tarhan Han'da "Özel Sektör
Enformasyon Bürosu" adlı bir kuruluşu yönetti. Çeşitli Amerikan kuruluşları ile
yakın ilişkileri bulunan bu büronun nasıl bir hizmet gördüğü henüz bilinmiyor.
Para kaynağının ve nasıl kurulduğunun bilinmediği gibi...


Çağlar’ın yöneticiliğini yaptığı Özel Sektör Enformasyon Bürosu 70’li yıllarda Odalar Birliği bünyesinde
faaliyet gösteren "özel sektör fikrinin dinamik ve devamlı müdafaası" misyonuna sahip bir büro olarak kamuoyuna
yansıyor. Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan büro ile ilgili olarak bilinen tek
şey, 70’li yılların sonunda bu büronun gelir ve giderlerindeki bilinmezlik.
Gazeteci yazar Uğur Mumcu'nun 17 Ağustos 1979 tarihli bir yazısında bu
bilinmezlik şu satırlarla ortaya konuyor: "Özel sektör fikrini yayma ve savunmak için bir yıl içinde 3 milyon 981 bin lira harcama var. Ama nereye olduğu belli değil. Soruyoruz, cevap yok.

Paralar nereden geliyor, nereye gidiyor. Örtülü bir ödenekten, örtülü isimlere akıyor para."






Özel Sektör Enformasyon Bürosu ile ilgili sorular o dönemde de bu dönemde de yanıtsız. Sadece, Odalar Birliğinin yönetimindeki bu büronun faaliyet amacı açıklanmış kamuoyuna. Nasıl ve kimlere yönelik, kimlerle çalışma yapıldığının bilgisi hiç bir zaman açıklanmıyor.


Emekli General Alpaslan Demirel, Kara Kuvvetleri Mahkemesi eski savcısı Albay Muhittin Gülmez ve Cevdet Sunay'ın emir subayı Turgut Özbahadır Odalar Birliği'nin büro ile de ilgili müşavirleri arasında ancak onlara ulaşmak mümkün değil.


Adnan Kahveci ve bazı ANAP yöneticilerinin kurucuları arasında yer aldığı Özel Teşebbüs Destekleme Ajansı ile Özel Sektör Enformasyon Bürosu arasında bir bağ olmadığını da Ajans'ın bugünkü yöneticileri söylüyor. Çağlar'ın bu bürodaki kurucu ve yöneticiliğine ilişkin de bir bilgi yok.


Ailesinin bile bilmediği bu işinin ardından'SA' bir büyük holdingin Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ne geliyordu Turan Çağlar. Holding için gerekli her türlü istihbari faaliyeti yürütmekti işi. Eşi Suzan Çağlar, "ben ordudan ayrıldıktan sonra, 1972 yılından 1979 yılına kadar bir bankada görev yaptığını biliyorum yalnızca" diye açıklıyordu durumu.


Turan Deniz'le yoğunlaşan ilişkisi geliyordu gündeme. Cumhuriyetin ilk yıllarının meşhur Diyarbakır Valisi Galip Deniz'in oğlu Turan Deniz 70’li yıllara, İstanbul MİT Bölge Başkanı olarak giriyordu. Kontrgerilla söyleminin Ziverbey Köşkü ve işkencelerle beraber kullanıldığı bu yıllarda. MİT’in bina, eleman ve imkânlarının yasadışı kullanımına karışmadığını kimselere anlatamama, inandıramama kaygısı taşıyordu Turan Deniz.


Dönemindeki işkenceli sorgulamalar ve provokasyonlardan dolayı kendini aklamaya çalışıyordu. Üstüne görev olmadığı halde birçok "iş"te sorumluluğu olanları biliyordu.






BİLGİ SIZDIRAN ARACI


Bilgisi dışında gelişen olay veya olayları basına sızdırarak kendini aklama çabalarında da, basınla iyi ilişkiler içindeki eski mesai arkadaşı emekli Albay Turan Çağlar'ı kullanıyordu. Turan Çağlar da o dönem Aydınlıkta yazan pek çok gazeteci dostu aracılığı ile kamuoyuna kontrgerilla ile ilgili bilgiler veriyordu. Bu yetkili ağız tarafından sızdırılan bilgiler de Aydınlık'ta yazı dizisi oluyor, manşet oluyor, köşe yazılarına konu teşkil ediyordu. Doğu Perinçek de bunu doğruluyor ve Çağların verdiği bilgilerin bir kısmını dizilerde kullandıklarını söylüyor.


Turan Çağların ilişkileri oldukça genişti ve "Turan Deniz kaynaklı" bilgileri basma sızdırmakta güçlük çekmiyordu, Ama zorluk, Turan Deniz'in MİT’teki görevinden ayrılmasından sonra başlamıştı. Basına sızdırılan bil-gilerde ismi verilenler hâlâ görevdeydi ve artık Çağlarla da uğraşıyorlardı. Artık arabayla kaçırmalar, kısa gözaltılar, tehditler, dayaklar ve işkenceler giriyordu devreye. Nuri Bey ve arkadaşları çok kızmışlardı zaten. Eyüp Beyin, Özcan Bey'in tepkileri de az değildi doğrusu...


Ama Turan Çağlar'ın basınla ilişkileri vardı ne de olsa. Gözaltı ve dayaklardan sonra bu ilişkileri devreye sokmayı deniyordu. Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Uğur Mumcu böyle bir dayak olayından sonra, konunun dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e iletilmesinin kendisinden istendiğini şöyle anlatıyordu:


"Turan Çağlar bana haber göndererek, MİT tarafından kaçırılmasının, dayak atılmasının Başbakan Bülent Ecevit'e yansıtılmasını istiyordu. Ben de ilettim Bülent Ecevit de ilgileneceğini söyledi. Buna rağmen Çağların yine gözaltına alındığını da sonra öğrendim.


ECEVİTE YAZILAN MEKTUP


Uğur Mumcu'ya göre Çağlar bir de mektup yazıyordu Bülent Ecevit'e MİT tarafından yapılan baskıları işkenceleri anlatan...


Bir kez daha gözaltına alınan Çağlar, bu kez de Bülent Ecevit'e yazdığı mektup kendisine gösterilerek dövülüyordu. Çağların MİT'le ilişkileri artık giderek gerginleşiyordu. Bir eski teşkilat çalışanına göre Cağlar. MİT'in gözünde hain olarak görülüyordu. Peki, ne olacaktı?


Bunun cevabı da 12 Eylül sonrasına kalıyordu. Bu arada Çağlar işinden de olmuştu. Üst düzey yöneticisi


olduğu holdingin patronuna "çıkarın bu adamı isten" biçiminde gelen bir uyarı Çağlar'ın iş hayatına son vermişti.


12 Eylül'den sonra hukukun askıya alındığı günlerden bir gün, gazetelerin yazıişlerine bir haber geldi. Sıkıyönetim kaynaklı bu habere göre, emekli Albay Turan Çağlar, ABD lehine casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi'ne gönderiliyordu. Bu tutuklanmanın öyküsü, eşi Suzan Çağlar'a göre 16 Mart 1983'de başlıyordu. O zaman Levent'te oturduklarını anımsatan Suzan Çağlar şunları anlatıyor;


“Sanıyorum dört kişiydiler. Son derece kibar bir biçimde geldiler ve Turan'ı alıp götürdüler. Hatta kapıda yumuşak bir tonda tartıştılar da. Bir operasyon için bilgisine başvuracaklarını söylüyorlardı. Turan giderken 'merak etme canım önemli bir şey yok' diyordu. Bir gün, beş gün... Turan eve dönmedi ama o kibar beyler arada bir gelip evde Turan'ın eşyalarını karıştırıyor, bazı eşyalarını alıp gidiyorlardı. Birinci haftadan sonra 'Turan bey sizi istiyor' deyip bizi ona götürdüler. Turan son derece iyiydi. Yine, 'merak etmeyin önemli bir şey yok, bir süre sonra geleceğim' diyordu. Görevliler de bir soruşturma için yardımcı olduğunu söylüyorlardı."


"MİLLİ MÜDAFAYA HIYANET"


Ailesinin 3 Nisan 1983'de sorgulandığı yerde görüşüp evde buluşmak üzere vedalaştığı Turan Çağlar’dan ancak 11 Nisan günü bir telgrafla haber alındı. Bu kez Turan Cağlar Ankara'da Mamak Cezaevindeydi ve tutukluydu artık. Hakkında suçun niteliği nedeniyle Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde bir dava açılıyordu. İddianameye göre Çağlar, İngiliz vatandaşı John Hyde ve zamanın ABD İstanbul Konsolosuna para karşılığı, devlet sırrı niteliğinde bilgi satıyordu. Çağlar, bu nedenle de Türk Ceza Kanunu’nun 133 maddesine aykırı davranarak "milli müdafaya hıyanet" etmekle suçlanıyordu.






"Mamak gidişine kadarki bütün: görüşmelerimizde kısa bir süre sonra eve geleceğini söylüyor, önemli bir şey olmadığını anlatıyordu. Ne zaman ki Mamak Cezaevi’ne gitti, ondan sonra çöktü 'Turan" diyor Suzan Çağlar ve ekliyor: "Anlatamam, açıklayamam ama mahkemede anlaşılır, bu bir komplo diyordu Turan. O zaman utanacaklar bu vatan hainleri, bu vatanı satmaya çalışanlar anlaşılacak diyordu.”


Dava dosyasına göre ABD konsolosuna verilmiş bazı pusulalar vardı. Bir de Turan Çağların MİT sorgulamasındaki el yazısı itirafı. Ama dava dosyasının başka neler içerdiği bilinmiyor...


"HUKUKİ DELİLLER EKSİK"


Bir emekli askeri hakimin anlatımına göre dosya, Turan Çağlar’ın geçmişteki bazı ilişkilerine dayandırılıyordu. Bu ilişkiler de bazı görevler nedeniyle kurulmuş ilişkilerdi. Aynı hakimin yorumuna göre, dava dosyasındaki deliller suçun niteliği açısından bakıldığında hukuken eksikti. "Peki, geçmişte kurulmuş görev kaynaklı bu ilişki neydi?” diye sorulduğunda ise devlet sırrı duvarı vardı karşıda. "Siyasi ve istihbari ilişkiler" olarak özetlenebiliyordu sadece. Duruşmalar başlarken bazı gazeteci tanıdıklarına mektuplar gönderiyordu Turan Çağlar. “Nedenlerini açıklayamayacağım bir komplo bu” diyordu mektuplarında. Bu açıklanamayacak nedenleri ne o gün, ne bugün kimse öğrenebildi. Ama Turan Çağlar'ın haleti ruhiyesi gittikçe bozuluyordu. Dışarıya ulaştırdığı mektuplarında görülüyordu bu. O mektupların adresi olan gazetecilerden biri "çok sonradan elimize geçen günlüğünde, bozulan ruh hali hemen anlaşılıyordu" diyordu yıllar sonra.


"BENİ ÖLDÜRECEKLER”


“Giderek bir korkuya kapılmaya başladık.” Suzan Çağlar, cezaevi görüşmelerinden birinde Mehmet U. adlı bir albayın “Turan Bey ölecek, dava da kalkacak ortadan" uyarısından sonra yaşadığı endişeleri böyle ifade ediyordu. “İlaçla, milaçla yapacaklar bu işi" dediği nakledilen Mersinli Albay Mehmet U. çok fazla şey açıklamıyor, "açıklayamıyordu" anlaşılan. Ama bir süre sonra Turan Çağlara da malûm oluyordu ölüm. Dışarıyı gönderdiği 1983 Temmuz’unun ikinci yarısının tarihini taşıyan mektuplarda komployu ve öldürüleceğini anlatıyordu. Çok eski bir dostuna ise şöyle yazıyordu:


"Artık biliyorum beni öldürecekler. Bu komplonun başka çıkışı yokmuş... Çocuklarıma yardımcı olmanı rica ediyorum. Üzülmesinler... Ölüm ilanımı da şöyle vermenizi arzu ediyorum. Manastır eşrafından..." Yılmaz önadlı bir dosta yazılmış bu mektubun Mamak Cezaevinden çıkış tarihi Temmuz'un son haftasının başlarıydı.


30 Temmuz 1983 tarihli gazetelerin sayfalan arasında bir ölüm haberi yer alıyordu Sıkıyönetimin ciddi üslubunu taşıyan. "Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çağlar, tutuklu bulunduğu Mamak Askeri Cezaevinde dün sabaha karşı geçirmiş olduğu bir kalp krizi sonucu öldü..." diye başlıyordu gazetelerdeki haberlerin hemen tümü. Turan Çağların ölümü bir kuşku taşıyor muydu? Bu sorunun yanıtı kimine göre "evet", kimine göre "sıradan bir ölüm vakası olarak "hayır”dı Gönderilen mektuplar, Mamak Cezaevindeki bir albayın Çağlar ailesinin fertlerine söylediği "öldürecekler" uyarısı bir anlam taşıyor muydu? Bir vehim miydi yoksa…


Ölümünün üzerindeki kuşkular bir yana, bilinmez o kadar çok şey vardı ki Çağlar'ın bu öyküsünde, her biri ayrı araştırma konusu olan... Özel Sektör Enformasyon Bürosu'nun tümüyle açıklanmayan kuruluşu, çalışmaları, ilişkileri, para kaynakları kadar Çağlar’ın yaşam çizgisindeki her ayrıntı önemli. Çağlar'ın Enformasyon Bürosu kurucu ve yöneticiliği yıllarında bazı görevler nedeniyle daha sonra aleyhinde kullanılan bazı ilişkiler kurmuş muydu? Turan Deniz, yöneticisi olduğu bir kuruluşa sorumluluktan kurtulmak için yasadışı çalışmaların bazı bölümlerini ifşa ederken yasal soruşturma yolunu neden izlememişti? Turan Çağlar defalarca gözaltına alındığı dönemde komünistlere bilgi vermek ve teşkilata ihanetle suçlanırken sürekli izleniyor, her konuşması banda alınıyordu. İz peşindeki o görevliler nasıl olmuştu da aynı dönemlerde olduğu ileri sürülen Amerikan Konsolosluğu ile ilişkilerini tespit edememişlerdi Çağlar'ın? Turan Çağlar MİT'e göre neydi? Vatan haini bir komünist mi? Yoksa yine vatan haini bir Amerikan Casusu mu?


Bir de o eski dost Turan Deniz'in, anlaşılmaz bir biçimde Turan Çağlar'ın hayatından sessizce çıkışı var tabii ki. Yıllarca aileler arasında bile paylaşılan Deniz-Çağlar ilişkisi, Turan Çağlar'ın yaşamının12 Eylül'den sonraki döneminde yoktur. Turan Deniz, adaşı ile ilişkilerini kopardığı gibi ailesiyle de bir daha görüşmez. O çok yakın aile dostunu, sanki bir şeylerden korkar gibi bir daha aramaz. Ne cezaevi, ne mahkeme günlerinde. Aile servetinin bir parçası olan İstanbul'daki binalarının bir bölümü MİT tarafından kiralanarak kullanılan o etkili adam Turan Deniz'in bu tavrı da anlaşılmazdır.


Belki de bunların hiçbirinin önemi yoktu. Çağlar'ın bir çocuğu şunları söylüyor: "Asla inanmadığım ve zaten ispat da edilemeyen suçlama doğru olsa ne çıkar. Babam Amerikan casusu olsa ne çıkar. Yanında


olamadığımız, onu koruyamadığımız bir ortamda kuşkulu bir biçimde öldü ve gitti. Daha acısı ne olabilir ki."


Küllenmeye yüz tutsa bile var olan bu acı, bizi ailenin diğer fertlerinin adlarını gizli tutmaya yöneltti. Çağlar ailesinin fertleri daha fazla yıpranmak istemediklerini söyleyince ne yapılabilirdi ki zaten.


Turan Çağlar'ın öyküsü bir türlü bilinemeyen, konuşulamayan, tartışılamayan denetlenemeyen ilişkilerin, olayların günışığına çıkmasına bir küçük katkı belki de. Sonu, var olmanın en hissedilir yanı ölümle biten...”


*****


Evet, Nokta Dergisindeki Mehmet Güç’ün kaleme aldığı “Bir ölümün anatomisi” başlıklı yazıyı okuduk. Alıntı yazıda, baştan itibaren 3 resim orijinal yazıda olanlar, diğerlerini ise ilave ettik.


Bir hayli karışık görünen Turan Çağlar öyküsü aile yönünden acı ve üzüntü vericidir. Ancak ülkemiz ve geleceğimiz için yine de konu üzerinde durmalıyız. Bu tip olayların kökü, içimize girerek adeta bir sarmaşık gibi her tarafımızı saran en yakın müttefikimiz ve dostumuz ABD ile ikili ilişkilerimize dayanıyor.


Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ABD ile sıkı ekonomik ilişkiler geliştirmek isteyen ve Lozan Barış Antlaşması sırasında ABD'nin politik desteğini arayan TBMM ve hükümet, 1923 yılı başında Türkiye'de yatırım yapacak Amerikan şirketlerine yoğun teşvikler içeren Chester Teşvikleri yasasını kabul etti. ABD Senatosu ise 1947 yılında Sovyetler Birliği'ne karşı Batı bloğunu korumak üzere Truman Doktrini'nin bir parçası olarak Türkiye için bir ekonomik ve askeri yardım paketini onayladı.






Türkiye 1950-1953 arasındaki Kore Savaşı'nda ABD ve Birleşmiş Milletler’in yanında yer aldı, 1952 yılında NATO'ya katıldı ve 1955 yılında CENTO'nun kurucu üyeleri arasında oldu. 1954 yılında ABD'ye İncirlik Hava Üssü'nü kurma izni verildi. Bu üs Soğuk Savaş sırasında, 1.Körfez Savaşı ve Irak Savaşı'nda kullanıldı.

Bunun yanında bir sürü radar ve dinleme üssü kuruldu. Neticede her alandaki Amerikan yardımları ve müşterek faaliyetlerle Amerikalılar içimize, bütün milli müesseselerimize girdiler ve bizi bizden fazla idare etmeye başladılar. Bazen başarısızlıkla neticelenen kendi çıkarlarına yönelik ve çoğunlukla kanlı neticelenen projelerinin esiri olduk…


Turan Çağlar’ın MİT’ten bilgi taşıdığı AYDINLIK’ın Kontrgerilla yayınlarının, MİT’te ABD çıkarlarına karşı faaliyetlerde bulunan milliyetçi unsurların tasfiyesine yönelik olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim.


Kontrgerilla yayını


MİT içinde ABD ve İngilizlere hizmet eden İstihbarat Başkan Yardımcısı Emekli Albay Sabahattin Savaşmanın suçüstü yakalanmasının akabinde, Savaşmanı yakalayan ekibe yönelik yapılmıştır.


Şimdi Nokta Dergisindeki “Bir ölümün anatomisi” yazısındaki bazı sualleri 28 Ocak 2013 tarihli HaberTürk gazetesindeki Zülfikar Aydın’ın “MİT fezlekesinden çarpıcı bilgiler” başlıklı haberle tamamlayalım.






“27 Mayıs 1960 darbesinin önde gelen isimlerinden Albay Turan Çağlar ile ilgili MİT fezlekesinden film gibi casusluk raporu çıktı. Raporda CIA’nın Çağlar’a yönelttiği sorular da var: “Orduda sol darbe olur mu?

Ecevit daha ne kadar sola kayar? Evren’in dişçisi ile evlenme dedikodusu gerçek mi?”


ERGENEKON davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin MİT’ten istediği “casusluk” dosyalarından film senaryosu gibi bir fezleke çıktı. Ünlü sanatçı merhum Barış Manço’nun kayınpederi Albay Turan Çağlar ile ilgili fezlekede, 12 yıl CIA’ya çalışan Çağlar’ın, başlangıçtan suçüstü anına kadar faaliyetleri yer alıyor.


NICK ADLI KİŞİ


1960 darbesine katılan ve İstanbul Radyosu Müdürü olan Çağlar, bu dönemde İngiliz ve ABD’li bazı istihbaratçılarla tanıştı. 1971’de ise çalıştığı bankaya gelen ve ABD Konsolosluğu’nda çalıştığını belirten “Nick” adlı kişi Çağlar ile CIA bağını kurdu. Fezlekede, Nick ile 15 günde bir görüşen Çağlar’ın “Nick, Türkiye’nin sola kaymasını istemediğini söyledi, 12 Mart’ın nedenleri, daha sonra genç subayların bir darbe hareketinin içinde olup olmayacağına ilişkin fikirlerini aldı” ifadesine yer verildi.


‘MÜSTEŞAR SOLCU MU?’


Nick’in 2 yıl sonra Türkiye’den ayrılmadan önce son buluşmaya getirdiği ABD’li ajana, Çağlar tarafından hangi konularda bilgi verildiği de fezlekede yer aldı: “Orduda ihtilal yapacak sol bir grup olup olmadığı, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapma ihtimalinin olup olmadığı, Türkiye’nin Yunanistan ile bir harbi göze alıp almayacağı, MİT Müsteşarı Bahattin Özülker’in solcu olup olmadığı.” Çağlar bu kapsamda TSK’nın Kıbrıs’a yapacağı çıkarmaya 28. ve 39. Tümen ile Hava İndirme Komando Tugayı’nın katılacağı, muhtemel çıkarma harekâtının Magosa’dan olacağı bilgisini verdi. Çağlar, Amerikalılara verdiği bilgiler karşılığında Turan Tural takma adıyla makbuz imzalayarak, 1 ila 3 aylık dönemler içinde 15 ila 25 bin lira aldı.


LALE’NİN EĞİTİMİ


Çağlar’ın kızı Lale Çağlar’ın 1973-1974’te Oxford Üniversitesi’ndeki eğitim masrafları da ABD tarafından karşılandı. Fezlekeye göre Kıbrıs harekâtı nedeniyle Türkiye-Amerika ilişkileri gerildi ve CIA Çağlar’a kriptolu görüşme imkânı sağlayacak bir çanta vermek istedi ancak Çağlar yakalanma ihtimaline karşı çantayı almadı. Çağlar ve CIA ajanları randevularını şifreli yöntemlerle belirliyor, Fındıklı’da bir binada bir araya geliyorlardı. Kopukluk olması halinde Çağlar “Jack” ve “Harry” takma adlarıyla konsolosluğu arıyordu. İlişki Savaşman olayının patlak verdiği 1978’e kadar devam etti. MİT, Çağlar’ı da Doğu Perinçek liderliğindeki grupta yer alan isimlerle ilişkisi nedeniyle sorguladı.


1.5 MİLYON TL ALDI


MİT, Çağlar’ın casusluk faaliyetlerini, 1982 yılında “açıklanması sakıncalı” bir kaynağından haber aldı. Aynı yıl delil toplanmaya başlandı, Çağlar’ın Levent’te Amerikan Konsolosu John McGlosson ile yaptığı gizli buluşma fotoğrafla belgelendi ve bir sonraki buluşmada suçüstü yapıldı. Çağlar’ın üzerinde 20 sayfalık doküman, Glosson’da ise Çağlar’dan istediği bilgileri içeren not kâğıdı bulundu. Çağlar’ın evinde de Amerikalılara verdiği 6 yazılı raporun karbon kâğıdıyla çoğaltılmış örnekleri ele geçirildi. Çağlar, 41 sayfalık ifadesinde CIA ile ilişkilerini en ince ayrıntısına kadar anlattı, aldığı paraya ilişkin “takriben 1 ila 1,5 milyon Türk Lirası’na tekabül eder” dedi. Fezlekeye göre Çağlar’a “Orgeneral Kenan Evren’in sağlık durumu ve bir diş doktoru ile evleneceğine dair dedikoduların doğruluk derecesi” de soruldu.”


*****


Tabiatıyla şu soruları sorabilirsiniz: Nuri Gündeş’in ismi Aydınlık’ın Kontrgerilla dizisinde geçmese Turan Çağlar yakalanır mıydı? Bana kalırsa yakalanmayabilirdi…






Turan Çağlar olayında benim de aklımı kurcalayan husus şu; 16 Mart 1983 günü evinden alınan ve sorgulandıktan sonra adalete teslim edilen Turan Çağlar’a MİT’te gözaltında iken bir ara serbest bırakılarak mı suçüstü yapılmış? Yoksa suçüstü yapıldıktan ve bu husus görüntülendikten sonra önce serbest bırakılıp sonra mı evden alınmış? Bir diğer olasılık, MİT’te gözaltında iken Amerikalı ile buluşmaya zorlayıp öyle mi suçüstü yapmışlar. Her üç şık da hukuki açıdan sakat sayılır…


Peki, Çağlar’ın ölümünde Gündeş ve ekibinin rolü oldu mu diye de sorabilirsiniz. Nokta’daki yazı sanki böyle bir ihtimali ortaya koyuyor…


“Nuri Gündeş” deyince biraz durup düşünmek gerek. Onun bir personelinin tayini konusunda personeline “benim tayininden haberim olmadı” diye karşısında üzüntüyle gözyaşları döktüğüne, personel gittikten sonra ise gülerek, “ben hem ağlar, hem de adamın ipini çekerim” dediğini hayretle gözlemiştim. Onun için bu hususu ancak Nuri Gündeş ve o tarihte bu operasyonun başında olan Şenkal Atasagun bilebilir diyeceğim...