SON TV Yazıları: ARŞİMİDİS OLAYI VE ÖLEN MİT MENSUPLARI
[ 30/5/2013 - 13:00 ]  By Mehmet Eymür  admin@atin.org

“Arşimidis Olayı” ile ilgili yayınlanan son yazıda da belirttiğim gibi kamuoyunda 1.nci MİT raporu olarak bilinen ve 1987 yılında basına yansıyan rapor MİT’in arşivinde mevcut bilgilerden faydalanılarak yazılmıştır. Arşimidis konusu, yazıda belirtildiği gibi Emniyet Kaçakçılık Dairesinden gelen bilgilerle sınırlıdır.

SON TV Yazıları: ARŞİMİDİS OLAYI VE ÖLEN MİT MENSUPLARI


“Arşimidis Olayı” ile ilgili yayınlanan son yazıda da belirttiğim gibi kamuoyunda 1.nci MİT raporu olarak bilinen ve 1987 yılında basına yansıyan rapor MİT’in arşivinde mevcut bilgilerden faydalanılarak yazılmıştır. Arşimidis konusu, yazıda belirtildiği gibi Emniyet Kaçakçılık Dairesinden gelen bilgilerle sınırlıdır.

28 Ocak 1982 Tarihli MİT Raporu

Taraf Gazetesinde yayınlanan 28 Ocak 1982 tarihli, MİT’in Arşimidis olayı ile ilgili Genelkurmay’a gönderdiği, Müsteşar Burhanettin Bigalı imzalı rapor zamanında ben yurt dışı görevdeydim.

1983 yılında MİT’te Kaçakçılık Şubesi kurulduktan sonra bu şubenin başına getirildim ve 16 Haziran 1988 tarihinde MİT Raporu nedeniyle emekliliğimi isteyip ayrılana kadar hep kaçakçılık ve terör konularınla uğraştım. Arşivimizde bahsi geçen 28 Ocak 1982 tarihli rapor yoktu. Demek iddia edildiği gibi birileri tarafından yok edilmişti.

Bu benim rastladığım ilk kaybolan evrak olayı değil. Başka bir yazıda bu konuya da değineceğim. Şimdi bu konularla alakalı olan ve biri sakat, ikisi ölü üç MİT mensubundan bahsedeceğim.



Önce öldürülen iki MİT Mensubu arasındaki bir telefon görüşmesine yer verelim:

Müstafi Üsteğmen Ferdi Tamer

Konuşanlardan biri MİT emeklisi Ferdi Tamer. Tamer, 1966 yılında Silahlı Kuvvetlerde kıdemli üsteğmen iken geçirdiği bir kaza sonrası bir kolunu kaybedip malulen emekli olmuş, 1967'de MİT’e girmişti. Sakat olduğu için herkesin iyi davrandığı bir personeldi. Hatırladığım kadariyle vergi vermediği için hepimizin iki misli maaş aldığı hakkında dedikodusu yapılır, belki de geçirdiği kaza nedeniyle hırçın ve geçimsiz bir kişi olarak tanınırdı. Hiram Bey ve benimle arası iyiydi. İstanbul Başkanı Nuri Gündeş’le ise bir türlü yıldızı barışmamıştı.

Polis Kolejli Gazeteci - MİT’çi Haluk Akter

Diğer kişi Haluk Akter. Polis kolejini bitirdikten sonra 1974'de Hergün Gazetesi polis muhabiri olarak basın dünyasına girmiş. Aynı tarihlerde MİT’le de irtibat kurmuş ve istihbarat elemanı gazeteci olarak çalışmaya başlamış. 1977 yılında MİT’in kadrolarına alınmış. Ancak hep karışık işlerin, karanlık kişilerin bulunduğu yerlerde gezinmiş. Ben onu görevdeyken tanımadım. 1988’de emekli olduktan sonra İstanbul Dedeman Otel’de bir kez gördüm. Orda güvenlik müdürü olarak çalışıyordu.

Fabrikatör Devrede

1.nci MİT Raporu’nun basında yer aldığı günlerde eski MİT’çi Ferdi Tamer, husumet duyduğu Nuri Gündeş’i şikâyet etmek için Fabrikatör Perinçek’in eline düşmüş. 2000'e Doğru Dergisi İstanbul bürosundan, Söz gazetesi muhabiri eski Mit mensubu Haluk Akter’i arıyor. İki eski MİT’çinin telefon konuşmasının konusu “MİT Raporu”. Tamer, konuşmanın kaydedildiğinden habersiz olan Haluk Akter’i konuşturuyor, 2000‘e Doğru konuşmayı baştan sona banda alıp 14 Şubat 1988’de yayınlıyor. Konuşanlardan
F: Ferdi Tamer,
H: ise Haluk Akter’e ait.

F:Alo!

H:Alo etendim?

F:Halukçuğum, Haluk, sen misin? Oldu. Merhaba.

H:Merhaba hayatım.

F:Merhaba.

H:İyilik güzelim. Sen nasılsın?

F:Sağolun. Okudun mu, Sabah’ı?

H:Okudum. 2000’e Doğru’yu da okudum. Sabah’ı da okudum.

F:Nasıl?

H:Canavar gibi. Aferin o çocuğa. Neydi o çocuğun adı?

F:Dur, eee, neydi ya? İrfan, İrfan...

H:İrfan. Aferin oğlana. Aslan gibi.

F:Halukçuğum görüyorsun, bir yerde de o dönemdeki mafya ile olan ilişkiyi bugünkü MİT yönetimi o raporuyla nasıl onaya koyuyor... Ha?

Hiram’ı da, Mehmet’i de yandılar

H:Hangi bu dönemin yönetimi koyuyor ortaya onu?
F:Bu dönemin yönetimi, diyorum. Bu dönemin yönetimi.

H:Ama şimdi bu rapordan dolayı da hepsi yandı biliyor musunuz?
F:Kimler?

H:Bütün, Hiram’ı da, Mehmet’i de yandılar.
F:Niye?

H:Rapor basına açıklandı.
F:Açıklansın... Niçin yansın onlar ya?

H:Eee, abi olur mu, bak şimdi Başbakanlıktan, Cumhurbaşkanlığından hep şey tekzipler geldi. Böyle bir rapor yoktur, yalandır diye.

F:Haaa!
H:Yaa!

F:Eeee, Hiram Abas falan müşkül durumda mı kalıyor?
H:Kalmaz mı abi? Bu rapor onların zamanında yazılmış bir rapor.
F:Hm?

H:E, şimdi bu böyle bir rapor yoktur diye oralardan tekzip gelince bu raporun açıklanması demek ki bir sürü insanı rahatsız etti.

F:Ama işte biz de doğru olanlara yardımcı olacağız ya.

H:Ya tabii o çocuklar bir kere bu işi kafaya koymuşlar kardeşim. Arslan gibi gidiyorlar işin üstüne.
F:Yaaa.

H:Doğu Bey de mesaj geçti. Eğer böyle bir rapor varsa da yoktur diyorlarsa hükümetin istifa etmesi lazım dedi.




F:Bak Şükrü Balcı’yla olan ilişki efendim...

H:Şükrü Balcı yok. Arıyorum sabahtan beri. Yurt dışındaymış.

F:Şükrü Balcı’yla, yani sen yakinen biliyorsun sen öyle.

H:Yahu kime anlatıyorsun bunları abi? Kime anlatıyorsun bunları yahu?
F:Nasıl kime anlatıyorsun?

H:İçinde yaşayan adamım abi, bana niye söylüyorsun bunları?
F:Tabii tabii onu diyorum.

H:Senin bildiğinin elli mislini biliyorum ben...
F:Evet.

H:Yani senin görevin icabı sen aşağıdaydın, ben içindeydim.
F:Tabii tabii tabii...

H:Ee olay bu? Ama işte şimdi bunlara çok gol oldu Ferdi abi.

F:Bana bak, olmadı. Dinle biz doğrucuların yanında olacağımıza göre inşallah soruşturma konusu, idari ve adli olacak. Eee, sen de bu işin içinde olan adam olarak böyle Şükrü Balcı’yla rüşvet müşvet konusundaki ilişkileri değil mi?

H:Yahu gayet tabii. Bunlar babamın oğlu değil mi bunlar. Allah kahretsin. Bunların hepsini...
F:Tabii ya.,.

H:Hiçbir zaman bunlara biz ne taviz verdik, ne sevgi gösterdik abi.
F:Halukçuğum.

H:Ha?

F:Senin o ünitede görevli olarak ben falan kişiden, Şükrü Balcı'dan yahut onun avenesinden eee Nuri Gündeş’e rüşveti getirenlerden biri benim dediğim zaman, o inandırıcı olacaktır, ilgililerce.

Onu Yapan Mustafa

H:İşte onu yapan Mustafa.

F:Hı?

H:Mustafa onu yaptı. Mustafa da onu Ankara’da açıkladı.
F:Açıkladı ha...

H:Gayet labii.

F:Sen de vakıfsın bunlara.

H:Yahu olmaz mı? Dilekçe yazdık. Rapor yazdık. Verdik Hiram abiye biz. Altını da imzaladık bir de üstelik.
F:Ya.

H:Yaa biz bunu yaptık. Eee nasıl gitti bu adamlar. Durup dururken gökten zembille mi gitti zannediyorsun sen?

F:Ama bu yeterli değil ki gidişleri ya?
H:Nasıl?

F:Yeterli değil ki onların gitmiş olması.

H:Abi, ondan sonra teşkilat diyor ki, teşkilatın adı açısından diyor, ne derler? Güvenliği ve önemi açısından biz bunu daha fazla şey yapmak istemiyoruz. Deşifre etmek istemiyoruz dediler. Ben müteaddit defalar gazeteye başladıktan sonra açtım, dedim işte bunları yazalım. Bana done verin, şöyle yapın. Ankara’ya atladım gittim. Bakın dedim, biz zamanında kafamızı koyduk bu işe. Bu kadar şeyi yazdık, çizdik. Hiç olmazsa verin, yazayım, edeyim, hiç! Ama dediler, yok, işte teşkilatın eee önemine binaen bunu açıklamak istemiyoruz. Bunları bırakın tarihe kalsın. Tarih bazı şeyleri açıklasın, falan, feşman deyip deyip Ferdi abi bunu böyle kapattılar.

F:Eee, peki, Halukçuğum bugün bu raporu nasıl yorumluyorsun?
H:Abi, ben bu raporu Aralık ayında okudum.

F:Nerede okudun?
H:Ankara’da.

F:Nerede?

H:Mehmet verdi bu raporu bana okudum, Aralık ayından beri biliyorum ben bunu.
F:Mehmet Eymür mü?

H:Tabii.
F:Eee?

H:Tabi ben O’na gitmiştim, çıkarttı verdi, bak oku bunları dedi, hepsini okudum. Bütün altmış küsur sayfalık bir rapor bu. Okudum ben bunları biliyordum. Başında hatta şema var. Yani tamamı elindeyse bu çocuğun, şema var başında bunun. Bako şeması var. Ondan sonra bilgi kısmına geçiliyor. Daha Necdet'ler var, bilmem kimler var. Ulucan'lar bir sürü, bir sürü hikâyeler var bunun içinde. Bu kadar ucuz rapor değil bu yani.

F:Muhakkak ucuz bir rapor değil. Peki, bunu kim vermiş olabilir basına?
H:Abi benim aklım almıyor. Basına derken işte 2000’e kim verdiyse verdi.
F:Ha?

H:İkibine doğ...

F:İster 2000 'e verilmiş olsun, ister başka bir gazeteye. Yani kim vermiş olabilir?
H:Başka bir tarafta çıkmadı ki. 2000’e Doğru’da çıktı bir tek.

F:Hıı?

H:87 tarihli, 10 Kasım 87 sanıyorum.
F:Olsuuun! Yani kim vermiş olabilir bunu?

H:Abiciğim bu rapor üç yere gitmiş. Başbakanlığa, Genelkurmaya, Cumhurbaşkanlığına. Bir de MİT’te var, dört yerde. Bu dört yerden biri verdi bunu. Bunun başka bir anlamı yok. Yani benim bunu, Hiram Abas, eee veya O’nun tarafında olan kimseler kanalıyla verilmiş olabileceğini ben ihtimal vermiyorum. Sen ne düşünüyorsun?

F:Nasıl, anlayamadım? Hiram Abas veya O'nun yanında bu konuda, bu konuda, bu namussuz insanlara karşı bu konuda olan kişiler yani, herhangi biri tarafından verilmiş olacağına ben ihtimal vermiyorum, sen ne diyorsun?

H:Hiram abiye karşı olan kişiler mi?

F:Yanında olan kişiler diyorum, yanında. Hiram Abas'ın işte, Nuri Gündeş'le... 2000’e Doğru ile senin temasın var

H:Abi onu senin daha iyi bilmen lazım. 2000’e Doğru ile senin temasın var.
F:Hayır, şunu demek istiyorum ya, bir öğrenelim de ona göre...

H:Ama bunu 2000’e Doğru’dan öğrenebilirsiniz. Başka bir yerden öğrenme imkanı yok ki. 2000’e Doğru'daki o çocuk...

F:Hayır, biraz önce dedin ki, eyvah yandı şimdi bunlar.
H:E bu durumda öyle.

F:Yani sen Hiram Abas’ın taraftarlarının mı veya onun mu verdiğine ihtimal verdin de...

H:Hiram’ın, valla bilmiyorum bu rapor öyle veya böyle, nasıl geçtiyse ele bir sektörden bir merciden geçti. Kabil değil bunu başka türlü soyutlamak. Ama Hiram verdi, ama Evren verdi, ama Özal verdi, yani biri bunu basına sızdırdı...

F:Neyse bu bir karmaşık birşey şimdi biraz. O zaman Halukçuğum esas Emin Cankurtaran’la Nuri Gündeş’in Şükrü Balcı’yla...

H:Onlar raporun hepsinde var abi.
F:Rüşvete.

H:Var abi raporda.

F:Dayalı o ilişkileri hususunda sen benden daha bilgi sahibiyim diyorsun ya, ‘sen aşağıdasın, biz yukarıdaydık’ biz bunu...

H:Abiciğim, ben raporu okudum. Bu raporda o bilgilerin hepsi var.
F:Hepsi var.

H:Tamamı var.
F:Evet.

H:Yani senin aklına ne geliyorsa, benim okuduğum o raporda, o bilgilerin hepsi var, Ferdi ağabeyciğim.
F:Peki, dergide çıkan şeyde fazla birşey yok yani. Benim gördüğüm kadarıyla, demek daha fazlasıyla...
H:60 küsur sayfa bu rapor abı.

F:60 sayfa mı?

H:Dosya içerisindeydi. Ben bunu, Mehmet bana verdi, odasında. Tabii ben Ankara’ya gittiğimde, tekrar müracaatımda, bak al oku, dedi. Oturdum, okudum. Altmış küsur sayfayı okudum, yani. Görüşelim yarın. Yarın neredesin sen?

F:Hıı?

H:Senin telefonun yok mu? Ferdi abi?
F:Benim telefon daha geçmedi eve, bu tarafta.
H:Nasıl, seni ararsam bulurum?

F:Vereyim sana komşunun telefonunu,

H:Ver, yarın seni arayacağım. Yarın bir görüşelim. Senin o koca leş duruyor mu?
F:Hıı, duruyor.

H:Biz Diyarbakırlı bir büfeci var, oraya gidiyoruz. Sarıyer’in en son Altınkum'da gelip geçerken o arabayı ben giderken sağda, dönerken solda görüyordum, yanaşmış olarak tahta evin kapısına...

F:Yok, yok, ben karşı taraftayım, dur vereyim sana telefonu. (Numarayı verir).
H:Sen ne taraftasın böyle?

F:Karşı taraftayım. Ee, Göztepe...
H:35’li verdiler mi oralara?

F:Tabii, senelerdir öyle orası, evet.

H:Allah Allah... Ben 35’li Kanlıca taraflarını bilirim.

F:Evet, evet, Halukçuğum, bak dediğim gibi bir kere daha vurguluyorum. Benim sevdiğim Yılmaz gibi bir arkadaşımın yakınısın.

H:Gayet tabii Ferdi abi.

F:Namussuzluğa karşı olduğunu ben biliyorum.

H:Ferdi abiciğim, bir gün çay saatinde seninle otururduk aşağıda, bunları eleştirirdik. Öyle değil mi?

F:Bunların arasında arkadaşların o zaman işte ben buradayım. Şey 2000’e Doğru'daydım. Bunların arasında ben sana söylediğim zaman 'abi bizi bile alet etti bu namussuzlar, şerefsizler. Rüşveti kendi elimle getirdim’ diyecek kadar medeni cesaret, iyi haslet sahibi olmanın örneğini verdin. Vallahi çok memnun oldum bak...

H:Ferdi abiciğim, biz bunu zaten...

F:Gerektiğinde işte bu namussuzların namussuzluğu hususunda nasıl kullanıldığını sen açık açık söyleyecektin.

H:Ben bunu Cumhurbaşkanına da söyledim. Cumhurbaşkanına çıktım, ben O’na da söyledim. Cumhurbaşkanına da söyledim ben bunu.

F:Eee?

H:Bayağı eeesi, beesi o işte. Çıktım, Evren kabul etti bizi. Nedir bu, dedi. Aynen böyle böyle dedik, anlattık.
F:Çok güzel.

H:Tabii, yani biz o devirde herşeyi göze almıştık. Ölümü de göze aldık. Vurulmayı da göze aldık, kırılmayı da. Yani bu bir onur meselesi.

F:Onu biliyoruz, sen sessizden vermişsin mücadeleni. Biz açık, pervasızca verdik.

Makam, Mevki Bekliyorduk Tekrar Geriye Dönüşümüzde

H:Hayır, şöyieydi: Bizim mücadele vermemizdeki tek sebep şuydu: Geriye dönüşümüzde hem bir makam, mevki bekliyorduk. Tekrar geriye dönüşümüzde. Çünkü idare bizim idaremiz olacaktı. Hem bir yere gelmek istiyorduk. Yani olduğumuz bir şube müdürlüğünden, bilmem neyden iktifa etmemeyi düşünüyorduk. Ama sonradan hüsrana uğradık. O da ayrı konu.

F:Ama senin bu arzun herhalde bir yerde gerçekleri ortaya koyarak. Yani namussuz insanların elinde olmasın düşüncesiyle.

H:Kalleşlik gördük. Ankara’ya gitti herif, ağladı ağladı. Mafyayı Haluk idare ediyor diye ifade vermiş. Herşey benim üstüme yıkıldı. Dündar Kılıç’ın bilmem İnci Baba’nın başkanı ben olmuşum. Ankara’da öyle ifade vermiş. Ve bunu bana Ankara’dan söylediler.

F:Yahu, benim merak ettiğim konulardan biri de Haluk, ne biliyor musun? Bu Cengiz Abaoğlu’nun, Orhan Ünlüata'nın efendim, ne gibi menfaatler temin ettiler. Bu Emin Cankurtaran’dan, Halit...

H:Valla Orhan bir bok yiyemedi. Ferdi, Orhan pek birşey yapamadı. Orhan sadece gevezelik yaptı. Ankara’da şov yaptı.

F:Cengiz Abaoğlu?

H:Cengiz götürdü. Cengiz en aşağı 2-3 milyarlık adam oldu.
F:Yapma yaa!

H:Gayet tabii.

F:Kimden peki?

H:İşte bu takımdık ya? Topal Yaşar'ından tutta, Emin’inden tutta, bilmem aklına kim geliyorsa. İstanbul’da herkesin kafasını koparttı ya. Sadettin Tantan’ı o idare ediyordu. Ne derse yaptırıyordu, biliyorsun.

F:Şükrü Balcı’yla fevkalade iyi ilişkiler içindeydi.

H:Yahu herifler işte artık böyle böyle. Şimdi bak yanılıyorsun. Şükrü Balcı o kadar zeki bir adamdır ki, hiç kimseyi kendine alet etmez. Adam kullanır kendini kullandırtmaz dayı. O akıllı adam. Biz onunla daha çok yakın bir tarihte bir buçuk ay önce oturduk, yemek yedik, sohbet ettik. Abi hem bunları niye telefonla konuşuyoruz ki? Yarın bir ara buluşalım. Ben sana telefon edeceğim.

F:Oldu. Şimdi okuyunca Sabah ’ı, biraz dertleşeyim dedim.

H:Hadi abiciğim



Haluk Akter’in benimle görüştüğü, Evren tarafından kabul edildiği gibi hususlar doğru değil. Benimle ve damat Erkan Gürvit’le görüşen Arap Mustafa lakabı ile tanınan Mustafa Ercan’dan öğrendiklerini kendi bilgisi gibi satmaya çalışıyor. Ferdi Tamer ise Nuri Gündeş’le çekişmesini yanlış adrese taşımıştı. Perinçek Grubu’nun piyonu haline geldi en son çalıştığı THY’deki işini de kaybetti.

Ferdi Tamer, 2 Şubat 1987 günü 2000'e Doğru Dergisinde bir basın toplantısı yaparak İstanbul MİT'teki işkenceyi açıklamış ve Nuri Gündeş'i sorumlu tutmuştu. Ferdi Tamer’i ziyarete gelen Haluk Akter de fotoğraf çekildiğini görünce rahatsız olmuş ve yüzünü çevirerek kaçmaya kalkmıştı.

MİT’te Sorgu Şubesine bakan Ferdi Tamer, Nuri Gündeş’in, daha sonra casusluk yaparken yakalanan ve cezaevinde ölen Turan Çağlar’ın Müsteşarlıktan habersiz gözaltına aldırdığını ve yapılan işkenceye nezaret ettiğini bizzat gördüğünü iddia ediyordu.

Nuri Gündeş Nezaret Etti

2000’e Doğru’daki haber şöyleydi: «Tamer, işkencelerin bazılarına bizzat İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş'in nezaret ettiğini açıklıyor ve ekliyordu:

"Kendi nezaretinde olmayanları da bilmemesi imkansız "Ferdi Tamer'in anlattığına göre; bir keresinde, 1979 yılında MİT Müsteşar Yardımcısı olan Recep Ergun, Nuri Gündeş'i sert bir biçimde azarlamıştı: "Sen kim oluyorsun da bir kurmay albayı keyfi olarak alıp sopalı-işkenceli sorgulayabiliyorsun?".

Sorgulanan Turan Çağlar!

Sorgulanan emekli Albay, Turhan Çağlar'dı. Bir başka kaynağa göre, Çağlar, MİT'ten emekli olduktan sonra Akbank'ta güvenlik görevlisi olarak çalışmaya başlamıştı. Çağlar, çalışma yerinden güpegündüz iki MİT görevlisi tarafından alınıyor ve İstanbul Bölge Başkanlığı'na götürülüyordu.



Söz konusu, "sopalı-işkenceli" sorgu burada yapılmıştı. Ne var ki Tamer'in işkence konusundaki uyarıları, İstanbul bölgesinde yankı bulmuyor. Nuri Gündeş, 15 Ağustos 1978 tarihli Aydınlık gazetesinde "İstanbul kontrgerillasında işkence, provokasyon ve istihbaratı yöneten Beşli Çetenin ikinci adamı" olarak tanıtılıyordu. MİT İstanbul Bölge Başkanlığı'nda olanlar yalnızca işkenceden ibaret değildi. Bazı hırsızlık ve yolsuzluk iddiaları da söz konusuydu. Ferdi Tamer, bu konularda bildiklerini de üstlerine aktarmıştı. Fakat bir türlü herhangi bir işlem yapılmıyordu. O da durumu MİT Müsteşarlığı'na "intikal" ettirdi. Tamer, hırsızlık ve yolsuzluk iddialarında yalnız da değildi. MİT İstanbul Bölgesi’nden bir idari yardımcı, "Burada olanları bir tek müsteşara söylerim" demişti. Ancak dönemin MİT Müsteşar'ı Burhanettin Bigalı, soruşturma yapmak üzere Ferdi Tamer'in "arzu etmediği" bir kişiyi, İç İstihbarat Başkanı Tümgeneral Doğan Solman'ı görevlendirdi.

Solman aradan uzun bir süre geçtikten sonra soruşturmayı başlattı. Bu arada Ferdi Tamer, müsteşarlık emriyle başka bir üniteye atanıyordu. Soruşturma bittikten sonra Doğan Solman, "büyük bir keyifle taa Florya'ya" Ferdi Tamer'in yanına geliyor ve "Maalesef Ferdi Bey, ifade veren 17 kişiden hiçbiri anlattıklarınızı doğrulamadı" diyordu. Tamer'in yanıtı "Bundan normal bir şey olamaz. Siz beni oradan aldınız, böylelikle herkese gözdağı verdiniz. Ayrıca Nuri Gündeş'i de görevde bıraktınız. Ondan sonra da soruşturma yaptınız" oluyordu. Ferdi Tamer "soruşturmanın nasıl sonuçlanacağı daha başından belliydi" diyor. "Söz Konusu idari yardımcıyı da Malatya Bölge Daire Başkanı olarak görevlendirdiler, soruşturmadan önce." Bunun üzerine Tamer kendi isteğiyle emekliye ayrılıyordu. Emeklilik dilekçesine ek olarak verdiği bir dilekçede "Teşkilatımızın ve memleketimizin menfaatleri açısından çok acı olan malum gerçekler karşısında çaresiz kaldığımdan memuriyet görevimi artık noktalamak gereğini duyarak emekliliğimi başka bir dilekçe ile talep etmiş bulunmaktayım" diyor. »

Ferdi Tamer sonunda geçinebilmek için karpuz ve tüp gaz satmaya başladı. Esasında söylediklerinde haklıydı ama Cem Ersever gibi o da yanlış adrese gitmiş ve kullanılmıştı. Tamer 18-02-1990' da Üsküdar' da “Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu” (TİKKO) tarafından öldürüldü. 2000’e Doğru, yani Aydınlıkçılar, her zamanki gibi "Eymür'ler Hiram Abas'ın intikamını almak için öldürmüş olabilir" gibi aşağılık bir başlık attılar.

Daha sonra da “TİKKO’nun bir Kontr-Gerilla örgütü olduğunu iddia ettiler. Bunu genelde içinde yer aldıkları eylemlerde bir taktik olarak kullanıyorlardı…



1947 İstanbul Moda doğumlu Tahsin Haluk Akter ise 29 Mart 2011 günü Bodrum Yalıkavak Beldesi, Gerişaltı Mevkii'ndeki evinin küvetinde ensesine iki kurşunla vurulmuş şekilde ölü bulunmuştu. Cinayeti ilk önce o gün evde olan iki kadından 23 yaşındaki Tuğçe Yıldıran üstlendi, ancak Akter’in ailesinin de yardımı ile cinayeti işleyen kişinin Haluk Akter’in çocukluk arkadaşı Moda’lı Kambur Ali lakaplı Müfit Ali Tengiz’in yaptığı anlaşıldı. MİT muhbiri ve kokain bağımlısı olduğu iddia edilen Tengiz’in Akder’i sırlarını bildiği ve açıkladığı için öldürdüğü söylendi.

Üçüncü kişi olan Mustafa Ercan (Arap Mustafa) Hayali ihracat olaylarına karıştı ve İzmir’de gözaltına alındı. Evinin önünde fena halde dövülmesini Nuri Gündeş’in yaptırdığını iddia etti. Daha sonra felç geçirdi ve baston yardımıyla yürümeye başladı. MİT’e ve Cumhurbaşkanlığı’nda Erkan Gürvit’e, Nuri Gündeş ve İstanbul’da dönen dolaplarla ilgili hayli teferruatlı bilgi verdi ve Gündeş’i suçladı. Sonra kendi köşesine çekildi.