Medyadan Alıntılar - Çok soru, az cevap...
[ 21/5/2005 - 01:00 ]  By Taha Kıvanç -Yeni Şafak  tkivanc@yenisafak.com.tr

Günlerden beri tartıştığımız konuyu Mehmet Eymür bir cümlede özetlemiş: “(Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye getirme operasyonunda) bir başarı varsa, sonradan elimizde patlayacak olan paketi neden aldığını bilmeyen, uçağa koyup getirenlerde değil,

Çok soru, az cevap...

Günlerden beri tartıştığımız konuyu Mehmet Eymür bir cümlede özetlemiş: “(Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye getirme operasyonunda) bir başarı varsa, sonradan elimizde patlayacak olan paketi neden aldığını bilmeyen, uçağa koyup getirenlerde değil, neye verdiğini bilenlerdedir. Gerçek operasyon budur ve hakiki operasyoncular da paketi teslim edenlerdir. / Türkiye'nin aldatıldığı ve zokayı yuttuğu bir operasyonu kendi açımızdan başarılı saymak saflığın da ötesinde bir şey...”

Türkiye’deki gelişmelerin çoğu ‘kim vurduya’ getirilerek önümüze çıkar; bundan böyle gündemi meşgul edeceği belli olan “Öcalan’ın yeniden yargılanması” konusu da öyle. Geçmişte neredeyse kimse, “Nasıl oldu da oldu?” diye sormadığı için hemen hergün yeni sürprizlerle karşılaşıyoruz. Her sürprizin bize bir mâliyeti var; bazen bayağı pahalı olabilen bir mâliyet...

Abdullah Öcalan’ın Türk istihbarat elemanları tarafından Kenya’da derdest edilip Türkiye’ye getirildiğini biliyorduk, değil mi? Şimdilerde ne biliyoruz? Şunu: Kendisine karşı operasyon Türkiye tarafından düzenlenmedi; bize teslim edildi Öcalan... Mehmet Eymür, yukarıdaki tespiti işin özünü hatırlattıktan sonra yapıyor işte: Amerikalı bir istihbaratçı MİT’e gelip “İsterseniz size teslim edebiliriz” demiş; MİT Müsteşarı teklifi Başbakan Ecevit’e bildirmiş; sonra işe Cumhurbaşkanı Demirel ile Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu da katılmış... Müsteşar kendisini makamında bekleyen Amerikalı’ya, turdan sonra, “Tamam” demiş...

İşin en ilginç tarafı ne, biliyor musunuz? Bülent Ecevit, bir ay kadar önce, Sabah’tan Balçiçek Pamir’e şu cümleyi sarf etmişti: “Bize niye Apo'yu verdiler onu hâlâ ben de bilemiyorum... Ama sonunda hayırlısı oldu. Apo konusunda hiçbir şart getirmediler bize." Oysa, kimse kimseye hayrına iş yapmıyor bu dünyada. Amerikalıların, “Bedava yemek yok” sözü ünlüdür... Öcalan’ı şartlı vermeselerdi, Başbakandan Cumhurbaşkanına dolaşıp Genelkurmay Başkanının da tasvibini almaya neden çalışsın ki MİT Müsteşarı? Eymür’e göre, şart birden fazlaydı: “Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun Abdullah Öcalan Türkiye’ye sağ olarak getirilecek, mahkemede âdil olarak yargılanacak ve öldürülmeyecekti.”

Bu şartlara harfiyen uyulduğunu gördüğü içindir ki, ABD, daha önceki gün, “Bizim için Öcalan, sonuna kadar cezaevinde kalmaya mahkum bir suçludur” açıklamasını yaptı...


Doğrusunu söylemem gerekirse, ben, bu operasyonun başka bir ülke ayağı daha olduğunu düşünüyorum. Ama derdim bu noktada tabloya üçüncü ayak olan İsrail’i sokmak değil. Benim bu aşamada garip gördüğüm nokta şu sorunun cevabında yatıyor: Amerikalı istihbaratçı, “İsterseniz teslime hazırız” dediğinde, bu teklifi duyan MİT Müsteşarı, “Eyvah” demiş midir acaba?

Demiş olmalı. Çünkü yukarıda anlatılan turu yaptığı gün, herhalde o gün, MİT Müsteşarı, “Apo’yu Rusya’ya kilitledik” sözü ile Hürriyet’in manşetindeydi. Bir gün önce, Dışişleri Müsteşarı Korkmaz Haktanır’ın ağzından Öcalan’ın Şam’dan ayrıldıktan sonraki günleri Hürriyet’te manşetti. Ertesi gün de, bu defa MİT Müsteşarı, Öcalan’ın Şam’ı terk etmesiyle başlayan süreci Hürriyet Ankara temsilcisi Sedat Ergin’e anlattı. MİT Müsteşarı’nın kendisini Rusya’da sandığı sırada, Öcalan, çoktan operasyon yapılacak Kenya’ya varmıştı bile...

Düşünün: Ülkenizin en çok satan gazetesinin manşetinden Rusya’da olduğunu ve orada kendisini kilitlediğinizi ilân ettiğiniz gün, o kişiyi size Kenya’da teslim edeceğini söyleyen bir Amerikalı istihbaratçı karşınıza çıkıyor... “Eyvah” demez misiniz?

Eğer her sakladığı ortaya çıktığında “Eyvah” diyenlerden biriyse, o gün o şaşkınlığı yaşayan, şimdilerde bir başka sebeple daha o ünlem sözcüğünü kullanıyordur: Abdullah Öcalan’ın CIA etiketli bir operasyonla yakalanışını bütünüyle farklı anlatan bir hikâyeyi kitap olarak yazdırmıştı çünkü...

Anlatılanların hayal mahsulü olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor...

Bir bilinmeyeni de Emin Çölaşan açıkladı: Abdullah Öcalan ile devlet arasındaki ilişki... Herkesin merak ettiğini sandığım “Öcalan örgütünü avukatları aracılığıyla İmralı’dan nasıl yönetiyor” ve “Bu rezalete kimler, niçin göz yumuyor?” sorularını, Çölaşan, ‘devletin bu konuda en üst düzeyde yetkililerinden’ dediği birine sormuş. Aldığı cevabı aktardı önceki gün: “Biz daha önce bu adama göz yumduk ve kendisini kullandık. Çünkü ölümden korkuyordu. Son derece evhamlı ve korkak biri. Bizim telkin ve teşviklerimizle İmralı’da devletten yana mesajlar veriyordu. Örneğin sınırlarımız içerisindeki PKK’lıları bir süre Kuzey Irak’a çektirdi. Fakat olaylar öylesine gelişti ki, adam kontrolden çıktı. Palazlandı, moral kazandı. Mesajlarını özgürce verebildiğini anlayınca yön değiştirdi.”

Münafıklık ne haddime, bu açıklamayı olduğu gibi ‘doğru’ kabul ediyorum. Ancak yine de aklıma bir şey takılıyor: Öcalan hâlâ İmralı’da ve orada kalmaya devam edecek; vaktiyle kendisiyle ‘kullanma’ ilişkisi kuranlarla teması bitmiş değil yani... ‘Mesajlarını özgürce verebilmesi’ kendisini kullananların bilgisi dışında niye olsun ki? Acaba bu kez de farklı bir amaçla mı kullanılıyor Öcalan?

Bu konuda soru çok, cevap azdır; her zaman öyle olmayacak ama...