Ağar Roman 02 - Üstat Şükrü Balcı
[ 21/2/2003 - 01:47 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Mehmet Ağar İstanbul'da görev yaptığı sırada üç emniyet müdürünün emrinde çalıştı. Bunlar Şükrü Balcı, Mustafa Yiğit ve Ünal Erkan'dı.

Mehmet Ağar İstanbul'da görev yaptığı sırada üç emniyet müdürünün emrinde çalıştı. Bunlar Şükrü Balcı, Mustafa Yiğit ve Ünal Erkan'dı.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ndeki ilk yıllarında İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı idi. Mehmet Ağar'ı iyi tanımak için onun yetişmesinde ve başarısında büyük rolü olduğu söylenen Şükrü Balcı'yı da bir parça tanımak gerekir. Zira Ağar daha sonraları Şükrü Balcı'nın veliahtı olarak anılacaktır.

Şükrü Balcı devletin üst kademesi tarafından terörle mücadelede önemli bir isim olarak tanınıyordu. Ancak bu terör uzmanı polis müdürü aynı zamanda poliste rüşveti organize eden ve sistematik hale getiren kişi olarak da ün salmıştı. Trafik Şube Müdürlüğü yaparken aldığı bu ününü 70'li yıllarda İstanbul'da Emniyet Müdür Muavinliği yaparken hem terörle mücadele alanında, hem de silah ve uyuşturucu kaçakçıları ile ortaklıklar kurarak daha da arttırdı.

1973 yılında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nın talimatı ile silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan Muhammet Akil Çubukçu, Hüseyin Uğurlu (Nam-ı diğer Malatyalı Hamal Hüseyin, Abuzer Uğurlu'nun babası), Abuzer Uğurlu, Mustafa Sabri Uğurlu, Zihni İpek, Hacı Mirza, Mustafa Mirza, Ömer Mirza, Süleyman Abdullahoğlu, Süleyman Şevket Yavuz, Sefer Bezal, Ali Bezal, Mehmet Cantaş, Nusret Demir, Fahri Bank, Nail Araz, Abdullah Şap, Hayrettin Yağcı, Necmettin Karadeniz, Nurettin Ormancı, Fahrettin Soysal, Süleyman İnan, Doğan Yonucuoğlu, Ali Yenigün, Mehmet Kapanoğlu gibi tanınmış kaçakçılar gözaltına alınarak sorgulandı.

Soruşturma İstanbul Harbiye'deki Merkez Komutanlığı'nda, MİT, polis ve askerden kurulu bir karma ekip tarafından yürütüyordu. Kaçakçılar 1966-1973 yılları arasında Türkiye'ye 45 ayrı parti halinde 27 milyon mermi ve 70 bin civarında silah sokmuşlardı. Silah ve merminin kaynağı genellikle Bulgaristan, müşterisi ise Türkiye'deki teröristlerdi. Yani gelen kaçak mermilerin hedefi, MİT'i, askeri ve polisi ile güvenlik güçleriydi ve o günlerde hemen hemen gün aşırı bir görevli şehit veriliyordu.

Şükrü BalcıTahkikatı yürüten ekip, o tarihte terörden sorumlu Emniyet Müdür Muavini Şükrü Balcı'nın Hüseyin Uğurlu ile ortaklık kurduğunu ve müteaddit kereler para aldığını şahısların ifadeleri ile tespit etti.

İstanbul'da "hamalbaşı"lıktan mafya patronluğuna yükselen Hüseyin Uğurlu, parasal yönden çok güçlü bir kişiydi. Gözaltına alınırken bulunan evrakları arasında valilerden, kaymakamlardan gelen yardım talepleri ile ilgili mektuplar, bürokratlar ve askeri şahıslarla beraber çekilmiş bir çok fotoğraflar bulundu. Sirkeci'deki iş hanında arama yapan güvenlik görevlileri, odalardaki çelik dosya dolaplarının evrak yerine tepeden aşağı para desteleri ile dolu olduğunu görünce şaşırmışlar, paranın sayılması saatlerce zaman almıştı.

Emniyet Genel Müdürü Rafet Küçüktiryaki03 Aralık 1979 ila 11 Nisan 1980 arasında Emniyet Genel Müdürlüğü yapan eski Malatya Valisi Rafet Küçüktiryaki'yi o makama Hüseyin Uğurlu'nun getirttiği yaygın bir söylentiydi. Mehmet Ağar'ın İstanbul'a tayinini imzalayan da Rafet Küçüktiryaki idi.

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanvekili ve Genelkurmay'a bağlı Batı Çalışma Grubu'nun belgelerini çalmak ve ordu hakkında istihbarat toplamakla suçlan "Köstebek Davası" sanıklarından Bülent Orakoğlu ile ilgili bir haberde Orakoğlu hakkında şöyle deniliyordu:

O, meslekteki "acemiliği"nin ilk bedelini, poliste rüşveti organize bir hale getirdiği ileri sürülen eski İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı'yı, uyuşturucu kaçakçısı Abuzer Uğurlu ile ilişkisi olan polis müdürü Rafet Küçüktiryaki'ye şikayet ederek ödedi; terfi beklerken, Bismil'e "tayini"nin çıkartılmasını "kimi kime şikayet edeceğimi bilememişim" diye değerlendirdi. (Milliyet, 3 Kasım 2000)

Abuzer UğurluUğurlu ailesinin en tanınmışı Abuzer Uğurlu idi. Adı birçok silah, sigara ve uyuşturucu kaçakçılığı olayında duyuldu. Bulgaristan gizli servisine çalıştığı, 1970'li yıllarda sağ ve sol örgütlerin tümüne silah sattığı belirtilen Abuzer Uğurlu, emekli jandarma astsubay Harun Gürel'in, İpsala Gümrük Müdürlüğü'ne atanması için dönemin Gümrük Bakanı Tuncay Mataracı'ya rüşvet vermekten Yüce Divan'da yargılandı ve iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Milliyet Gazetesi eski Başyazarı Abdi İpekçi’nin 1 Şubat 1979 günü İstanbul’da öldürülmesi olayının sanıklarından olan Abuzer Uğurlu, İpekçi suikastının tetikçisi olmakla suçlanan ve Sıkıyönetim Mahkemesi’nce idam cezasına çarptırılan Mehmet Ali Ağca’nın, 24 Kasım 1979 günü tutuklu bulunduğu Maltepe Askerî Cezaevi’nden kaçırılmasına yardım suçlamasıyla Doğan Yıldırım ile birlikte yargılanmış, Papa suikastı olayında Mehmet Ali Ağca'ya yardım ettiği gerekçesiyle İtalyan yargıçlar tarafından ifadesine başvurulmuştu.

Şükrü Balcı'nın ortaklarının gücünü daha iyi anlamak için Abuzer Uğurlu'nun eşinin akrabası olan uyuşturucu kaçakçısı Süleyman Necati Topuz'un, Nurnberg Başkonsolosluğumuz vasıtası ile alınan ifadesine bir göz atalım; "Türkiye’de çok güçlü bir mafya teşkilatı var. Bu teşkilat politikada etkili rol oynuyor. Birçok politikacı şahsi menfaat veya politik kariyer için, bu mafya teşkilatı ile işbirliği yapmaktadır. Abuzer Uğurlu bana 'yakında her şey eskisinden daha iyi olacak, zira hükümet değişecek. Bizimkiler bakan olacak’ dedi. Ağustos 1978’de tekrar İstanbul’a gittiğimde gümrük şefleri, gümrük muhafaza memurları, gümrük muayene memurları, ki çoğunu eskiden şahsen tanırım, her gün Uğurlu’nun evine gelerek, bakan nezdinde tavassutta bulunarak kendilerinin şu veya buraya tayin edilmelerini istiyorlardı." (Milliyet, 19 Haziran 2002, Ekrem Marakoğlu'nun anıları)

Terörle mücadele ile görevli İstanbul Emniyet Müdür Muavini Şükrü Balcı, terörü yaratan önemli bir unsur olan silah ve uyuşturucu kaçakçılarına ortak olmuştu. Bunun affedilecek yanı yoktu. Görevliler, gözaltında bulunan kaçakçıların beyanlarını ifadelere ve fezlekeye geçirdiler. Şükrü Balcı o tarihlerde ABD'de kurstaydı. Türkiye'de olsaydı gözaltına alınıp ifadesinin alınması ve yüzleştirilmesi gerekecekti. Bu sebeple fezlekede "yakalanamayan sanıklar" arasında ismi yer aldı.

Orgeneral Faik TürünDönemin Sıkıyönetim Komutanı, yakın tarihte vefat eden Faik Türün'dü. Soruşturmayı yapanları makamına çağırarak o anda İstanbul Emniyet Müdür Muavini olan Şükrü Balcı'nın terörle mücadele etmiş ve aşırı sola karşı çok darbe vurmuş bir kimse olduğunu, yolsuzluklarının duyulması halinde bunun sol mihraklarca istismar edilebileceğini belirtti. Görevlilerden yumuşak bir üslupla Şükrü Balcı ile ilgili kısımların ifade ve fezlekeden çıkarılmasını, ayrı bir dosya haline getirilerek kendisine iletilmesini rica etti. Konuyu bizzat takip edecek ve Şükrü Balcı'ya gereken cezayı verecekti.

Görevliler yüzlerce sayfalık ifadeleri ve fezlekeyi yeniden düzenleyerek komutanın talimatını yerine getirdiler.

Amerika'dan dönen Şükrü Balcı görevine devam etti ve herhangi bir işleme tabi tutulmadı. 16 Aralık 1976'da "geçici görevle" Mardin'e Emniyet Müdürü olarak atandı ve 1979'un son günlerinde Başbakan Süleyman Demirel tarafından İstanbul'a Emniyet Müdürü olarak atandı.

Aynı günlerde İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Zahit Avcıbaşıoğlu, Ankara'da kırk torba eroinle yakalanıyordu. Yeraltı dünyası Avcıbaşıoğlu'nun uyuşturucu cenneti İstanbul'un Narkotik Şube Müdürlüğü'ne atanmasını beklerken o bir şanssızlık neticesinde yakalanmıştı. Daha önce İstanbul dışına tayini çıkan Zahit Avcıbaşıoğlu'nun tayini bir bakanın ricası ile durdurulmuştu. Avcıbaşıoğlu'nun özlük dosyasında bakanın, 'İstanbul dışına yapılan atamanın durdurulması ricası' notu duruyordu. Bakan, 3.ncü Ecevit Hükümeti'nin Devlet Bakanı, Sıvas milletvekili Enver Akova idi. İstanbul Yüksek İslam Esntitüsü mezunu Akova, 14,15 ve 16. dönem Sivas milletvekilliği yapmış, Sivas Müftülüğünde de bulunmuştu.

Ünlü uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin, Şükrü Balcı ile birlikte iş yaptığını iddia edenler arasındaydı. Baybaşin'e göre 1982 yılında dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı kendisinden " uyuşturucu işlerini Avrupa'da yürütmesini" istiyordu. Uyuşturucu kazancı Avrupa'da yaşayan Türkler için kurulacak sosyal kültürel derneklere aktarılacaktı. Baybaşin 1984'te bir ihbar üzerine Londra'da tutuklanıncaya kadar işleri söylendiği gibi yürüttü. İngiltere'de Necdet Yılmaz sahte ismiyle cezaevindeyken devletle ilişkisi kesilmiyordu. Baybaşin İngiltere'de cezaevinde yatarken Türkiye'de bir askeri hastaneden çürük raporu alıp,askerlik şubesine gönderebiliyordu. ( Radikal -12 Kasım 1996, Gazete Pazar -26 Ocak 1997)

Baybaşin, Türkiye'de kumar oynatanlar, fuhuş işi yapanlar, hırsızlık yapanlar, uyuşturucu kaçıranlar rüşvet vermeden iş yapamazlar diyor ve "Benim verdiklerimin banka numaraları var. Verebilirim. Halen Emniyette üst düzeyde olan şahıslar var, getirtip konuştururum" diyor, şöyle devam ediyordu:

"Ben o zaman Şükrü Balcı’yla görüşüyordum. İstanbul Emniyet Müdürüydü. Narkotik Şube Müdürü, Müdür muavini ve ekipler amiriyle görüşüyordum. Onlar bana diyordu kiminle görüş, kiminle ne yap. Mesela o zaman bana emniyet yetkilileri gelir bir telefon numarası verirlerdi. Hollanda’dan, Almanya’dan onları ara “Ben Hüseyin Baybaşin’im” de, “Sizi yakarım, keserim, parayı verin” de derlerdi. Ben de yapıyordum.

Baybaşin, Mehmet Ağar ile birlikte, bir yemekte çekilmiş fotoğrafı göstererek, "Bana kimlik veren bizzat Mehmet Ağar'ın kendisidir. Benim elime kaç kez Mehmet Ağar'ın kendisi verdi pasaportu, ...ama benim size anlattığım dönemlerde 1983'lerde İstanbul'da en üst Şükrü Balcı'ydı. Balcı, Ağar'a söylerdi, o da bize getirirdi." diyor.

Gazeteci Mehmet Barlas, Şükrü Balcı ile ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:

Mehmet Barlas"12 Eylül askeri rejiminin en yoğun günlerindeydik.. 1981 veya 82 olmalı yıl.. Ben "Millilyet"te başyazıları yazıyordum.. Bir sabah, şimdi rahmetli olan Örsan Öymen'in, gözaltına alınıp, Gayrettepe'deki Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüğünü söylediler.. Otomobile atlayıp, Gayrettepe'ye gittim.. Emniyet Müdürü, rahmetli Şükrü Balcı'ydı.. Onun makamına aldılar beni.. Balcı'yı, ben Cumhuriyet gazetesinde yazarken ve o İstanbul Trafik Müdürü'yken tanımıştım.. Şükrü Balcı'ya sordum.. - Neden Örsan Öymen'i gözaltına aldınız?. Anlattı.. Rahmetli Örsan'ın Almanya'daki bir radyoda, 12 Eylül rejimini eleştiren yayınlarını biri ihbar etmiş.. Onun üzerine, Örsan Öymen Türkiye'ye gelince gözaltına almışlar.. Sıkı Yönetim Komutanlığı'nın emriyle olmuş bu işlem.. Sıkıyönetim komutanını aramasını rica ettim Balcı'dan.. Arayıp, telefonu bana verdi.. "Alo, ben Mehmet Barlas" dedim.. Karşımdaki ses de, " Alo, ben Kemal Ilıcak" dedi. Meğer rahmetli Kemal Ilıcak, o zamanki Sıkıyönetim Komutanı'nı ziyaret ediyormuş.. Komutan odadan bir an için çıkmış.. Telefon çalınca Ilıcak açmış.. Demek şans bizden yanaydı.. Tabiî çok sevindim.. Kemal Bey'e durumu anlattım.. Komutana söylemesini ve Örsan'ı kurtarmak için çaba göstermesini rica ettim.. Ilıcak, meslekdaşlarının zor anında, hep yanlarında olan bir gazeteci-patrondu.. Komutan odaya dönünce, ona Örsan için şefaatte bulundu.. İkna etmiş olmalı, komutan telefonu aldı.. Örsan Öymen'in bırakılacağını söyledi bana.. Sonra telefona Şükrü Balcı'yı istedi.. Ona, "Öymen'i bırakın" talimatını verdi.. Bir polis eşliğinde, en aşağı kata indim.. Siyasi Şube'de sorgusunu bekleyen Örsan Öymen'i aldım.. Doğru, bizim eve getirdim.. Ertesi gün Almanya'ya giden bir uçak varmış.. O uçağa, telefonla yer ayarladık.. Örsan o gece bizim evde kaldı.. Ertesi sabah, hava alanına gitmeden, Milliyet gazetesinin Cağaloğlu'ndaki binasına uğramak istedi. Gittik.. Yazıişlerindeki arkadaşlar, Örsan'ın çevresini sardı.. Herkes, Örsan kurtulduğu için, çok sevinçliydi.. Örsan da, bu sevgiden ötürü coşkuluydu.. Arkadaşlarla konuşurken, Şükrü Balcı'yı eleştiren, biraz ağır ifadeli sözler söylüyordu. O sırada, Milliyet mensuplarından bir genç arkadaş geldi yanıma.. - Sizi telefondan istiyorlar, dedi.. Telefonu aldım.. Karşımda Şükrü Balcı vardı.. Şöyle dedi.. - Şu anda Örsan Öymen benim hakkımda ileri geri konuşuyormuş.. Söyle kendisine.. Bir daha elime geçerse kurtulamaz.. Örsan'a gidip, Balcı'nın sözlerini aktardım.. Hemen sustu.. Sonra onu uçağa bindirip, Almanya'ya yolcu ettik. İşte böyle bir anım var.. Milliyet'in yazı-işlerindeki bir konuşmayı, anında, İstanbul Emniyet Müdürü'ne "biri" duyurmuştu özetle.." (18.Haziran 2000)

Bir diğer anı da Gazeteci Uğur Dündar'dan:

Uğur Dündar"Yanılmıyorsam o tarihlerde İstanbul Televizyonu’nda Program Müdürü olarak görev yapıyordum. Oraya bir protokol görevi için gitmiştim. Tarık Akan’ın gözaltına alındığını herkes duymuştu. Dostum olmamasına rağmen Sayın Tarık Akan’ı görüp, ona elimden gelen yardımı yapmak için çırpındığımı çok iyi hatırlıyorum. Ayrıca görüşebildiğim tüm yetkililere Akan’a büyük haksızlık yapıldığını, sorumluların tarih önünde çok zor durumda kalacaklarını anlattım.

Kaldı ki dönemin İstanbul Emniyet Müdürü merhum Şükrü Balcı’nın benim görüşümle ilgili bakış açısı da Tarık Akan’a olandan farksızdı. Beni de içeri almak için çok uğraştı. Bu sözlerimin canlı tanığı, İçişleri eski bakanı Sayın Sadettin Tantan’dır.

Şükrü Balcı bu kanaaatini, dönemin İstanbul Mali Şube Müdürü Tantan’ın makamında, tehdit dolu sözlerle ifade etmekten çekinmemişti. Tehditlerine pabuç bırakmadığımı ve TRT’ye yaptırmak istediği güdümlü programlara karşı çıktığımı görünce, çeşitli tuzaklar kurdu. Hatta TRT’deki odama yasa dışı örgüt mensubu görünümünde sivil polisler bile gönderdi. O yıllarda sadece Tarık Akan değil hepimiz derin acılar çektik.Gerçeği tam olarak görebilmek için ona değişik açılardan da bakmak gerekir. (Milliyet 18 Mart 2002)


(Devam edecek)