Doçent Necip Hablemitoğlu Cinayeti
[ 20/12/2002 - 05:59 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Docent Dr. Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesi bir süredir durulmuş olan Türkiye gündemini yeniden çalkalandırdı. Geçmişte Hablemitoğlu ile kişilik haklarına yönelik tatsız bazı iddialarından dolayı...

Doçent Dr. Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesi bir süredir durulmuş olan Türkiye gündemini yeniden çalkalandırdı.

Geçmişte Hablemitoğlu ile kişilik haklarına yönelik tatsız bazı iddialarından dolayı elektronik posta aracılığı ile sürtüşmüştük. Ancak bu sayfalarda daima terör eylemlerini kınadık ve nereden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın, terörün bir insanlık suçu olduğunu her zaman açıklıkla belirttik. Zira hiçbir değer, bir insanın hayatından, yaşama hakkından daha önemli değildir. Bu bakımdan Necip Hablemitoğlu'nun karanlık bir saldırı sonucu öldürülmesini kınıyor, cinayetin faillerinin biran önce yakalanmasını temenni ederek, Hablemitoğlu'na rahmet diliyoruz.

AKP'nin iktidara gelmesinin hemen akabinde meydana gelen bu cinayet düşündürücüdür ve Türkiye'yi yöneten kuvvet dengeleri arasındaki bir çatışmanın habercisi gibi gözükmektedir.

Bayram ve Saddam başlıklı yazımızı okursanız, bu yazımızda ‘Merkez Sağ’ın yeniden yapılanma çalışmaları son derecede dikkat çekici bulduğumuzu ve bu gelişmelerin arkasında belli bir merkezin olduğu düşüncesinde olduğumuzu, bu gelişmelerin, önünde bir çok sorunlar bulunan bu günkü hükümetin yaşamı ile de son derecede bağlantılı olabileceğini belirttiğimizi göreceksiniz.

Hablemitoğlu'nun ölümünden sonra yine bir çok teoriler üretilmeye ve suikastın arkasında kimin veya kimlerin olabileceği ile ilgili tahminler yürütülmeye başlandı.

Suikastın arkasındaki güce, sadece basit bir değerlendirme ile Hablemitoğlu'na düşman olabilecekleri düşünerek ulaşmaya çalışırsak, bu liste bir hayli kabarık bir şekilde karşımıza çıkar. Doçent Hablemitoğlu'nun bir raporundan kısa bir parça okuyalım.

"1988’de Berlin’de kurulan Heinrich Böll Vakfı’nın, tıpkı diğer vakıflar gibi, Alman iç politikasına karışması yasaktır. Hükûmetin öngördüğü sınırlar içinde, misyonunun gereğini yerine getirmede ise, tıpkı diğer vakıflar gibi, oldukça özgürdür. Vakfın Almanya faaliyetleri, iki bölümden oluşmaktadır: Gerçek Almanlara yönelik faaliyetler; “yabancılar”a yönelik faaliyetler. Birinci bölüme yönelik faaliyetler, apolitik çevre projelerinden ibarettir. İkinci bölümdeki faaliyetlerin ağırlık noktasını ise Türkler oluşturmaktadır. Böll Vakfı, bu kapsamda, Türkiye karşıtı tüm etnik, ideolojik ve dinsel yapılanmaların (PKK, Ermeniler, Süryaniler, Pontusçular, Keldaniler, Yezidiler, Milli Görüşçüler, Kaplancılar, Fethullahçılar, Süleymancılar, Nizam-ı Alemciler, DHKP-C ve Tikkocular vd.) yanı sıra, Federal Anayasa’yı Koruma Teşkilâtı, İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı, Protestan ve Katolik Kilise Akademileriyle yine bunlara bağlı haber ajansları ve diğer medya kuruluşları ile koordineli organik ilişki içindedir. Vakfın Almanya faaliyetlerinin finansmanı, İçişleri Bakanlığı’nın “global fonları” ve değişik bakanlıkların proje güdümlü kaynaklarından karşılanmaktadır ki, 1999 yılı için -sadece Almanya içi faaliyetlere- Devletten alınan yardım tutarı 67 milyon marktır. Böll Vakfı’nın asıl faaliyet alanı, Almanya için stratejik öneme sahip olan, başta Türkiye olmak üzere, “arka bahçe” ülkeleridir. Yurtdışı faaliyetlerinin tamamı, Federal Dışişleri Bakanlığı ve Federal İstihbarat Servisi’nin (BND) “örtülü fonları”ndan karşılanmaktadır."

Bu rapora bakarsak, PKK, Ermeniler, Süryaniler, Pontusçular, Keldaniler, Yezidiler, Milli Görüşçüler, Kaplancılar, Fethullahçılar, Süleymancılar, Nizam-ı Alemciler, Tikkocular, Bergama Altın yatakları konusunda Alman Vakıfları ile aynı paralelde hareket eden taşeron örgüt DHKP-C gibi tüm etnik, ideolojik ve dinsel yapılanmalar şüpheliler listesine alınabilir.

Kuruluşundan beri adını duyurarak ve sayfamızda bağlantısını bulundurarak destek verdiğimiz İnternet Haber isimli bir site de "Hablemitoğlu - Eymür savaşı! Necip Hablemitoğlu'nun karanlık bir suikasta kurban gitmesi, herkesin aklına suikastın arkasında kimin olduğu sorusunu getirdi. Akla gelen bir başka isim ise MİT Kontrterör emekli Daire Başkanı Mehmet Eymür oldu."` diyerek şüpheliler listesine bizi de dahil etmiş.

Aynı site bir başka haberinde ise "Hain bir suikast sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu'nun ölüm haberi Türkiye'nin orta yerine bomba gibi düştü.. Başta medya olmak üzere herkes, gücünün yettiği kişiyi katil ya da azmettirici olarak suçladı." demiş. Demek onlar da güçlerinin bize yettiğine inanıyorlar...

Fikri bir çatışmayı bir cinayet senaryosu haline getiren bu çirkin yakıştırmayı şiddetle kınıyoruz. Herhalde çok destekledikleri başka bir Mehmet'le diğerini karıştırıyorlar.

Cezaevlerinin boşaltılması, bütün tetikçilerin serbest bırakılması, Susurluk'un baş mimarının vatanı kurtaracak bir kahraman gibi köklü bir partinin başına getirilmesi, suçlulardan dokunulmazlık zırhı nedeniyle hesap sorulamaması, mevcut hükümetin laiklik tartışmalarına fırsat yaratan eylemleri, Kıbrıs ve Irak politikaları, Türkiye'nin üzerine süratle gelmekte olan kara bulutların habercisi.

Türkiye'yi yöneten kuvvet dengeleri arasında gözle görülmeyen büyük bir mücadele var. Susurluk tipi yapılanmalara açık ve kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan, AB'ye ve yabancı etkinliğine karşı bir grup ile dış etkenlerin kontrolünü kabullenmiş bir grup arasında. Esasında birinci grup da içlerine sızmış dış etkenlere bağlı yönlendirici elemanların tesiri altında ama onlar farkında değilmiş gibi davranıyorlar.

Çıkar ilişkileri, milliyetçilik, işbirlikçiler, satılmışlık, mafya, çete, Avrupa Birliği, Amerika, İsrail, AB karşıtları, Amerika ve Yahudi düşmanlığı, yabancı hayranlığı, yabancı düşmanlığı, dini inançlar, din düşmanlığı, dini istismar edenler, din devleti, şeriat, Atatürkçülük, Atatürkçülüğü istismar edenler, Kuvay'ı-Milliye'ciler, istihbaratçılar, kendini istihbaratçı sananlar, istihbarat romanları yazanlar, ajanlar, komplo teoricileri, her şeyi bilenler, her şeye inananlar, inandıranlar, hortumcular, ekmeğini namusu ile kazananlar, başkalarının ekmeğini çalanlar, kredi verenler, borç alanlar, zenginlik, fakirlik, lüks, zaruret, zengin düşmanlığı, Mersedes'ciler, mobiletçiler, otobüsçüler, etnik, ideolojik ve dinsel yapılanmalar, Kürtler, PKK'lılar, Ermeniler, Süryaniler, Pontusçular, Keldaniler, Yezidiler, Milli Görüşçüler, Kaplancılar, Fethullahçılar, Süleymancılar, Nizam-ı Alemciler, Tikkocular, Hizbullahçılar, DHKP-C, hala çürümüş doktrinleri savunan örgütler, teröristler, insan hakları, yargısız infazlar, adalet, adaletsizlik, yönetenler, yönettiğini sananlar, yönetilenler, entelektüeller, entelektüel olduğunu sananlar, ihtilaller, andıçlar, politik, askeri, bürokratik dokunulmazlıklar, gizlilik dokunulmazlığı, eş dost ve akraba dokunulmazlığı, mafya ve silah gücü dokunulmazlığı, birbirinden kopuk, birbirinden habersiz resmi kurumlar, halkını kandırmayı sanat edinmiş gazeteciler, parayla yazı, kitap yazanlar, aptal yerine koyanlar, aptallar, bir bilenler, her şeyi bilenler, kötüyü iyi, iyiyi kötü gösterenler, vatan kurtaran eşkıyalar, kurtarılanlar, kaçıp kurtulanlar, omuzlarda taşınanlar, gurur duyulanlar, her biri benim diyen politikacılar, askerler, paşalar, bürokratlar, şahinler, kargalar, serçeler, haber güvercinleri, birbirini sevmeyen, birbirini saymayan, kendi insanına düşman, değişik fikirlere tahammülsüz insanlar, artısı ve eksisi belirsiz etkenlerle yoğrulmuş garip bir hamur, nüansları yok olmuş renkler, alt-üst olmuş dengeler, doğru ile yanlışın karıştığı kavramlar.

Bu kadar karışık bir yapı düzelmedikçe, her türlü dokunulmazlık kalkmadıkça, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı çağdaş ülkelerdeki gibi çalışmadıkça, siyasi veya provokativ cinayetlerin de, diğer olumsuzlukların da sonu gelmez.


Artık silkelenip kendimize gelmenin zamanı. Yoksa çok geç olacak...