Tertip, Tepki ve Seçim
[ 6/11/2002 - 04:47 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Baskıların, parti kapatmaların, yasakların bir şey getirmeyeceğini, kişisel suçlar ve sorumluluklar nedeniyle toplumları cezalandırmanın yanlış olduğunu, bunun ters tepkiler vereceğini, daha önce...

Baskıların, parti kapatmaların, yasakların bir şey getirmeyeceğini, kişisel suçlar ve sorumluluklar nedeniyle toplumları cezalandırmanın yanlış olduğunu, bunun ters tepkiler vereceğini, daha önce bu sayfalarda belirtmiştik.

Evdeki hesap çarşıya uymadı, bütün kapalı kapılar arkasında yapılan hesaplar alt-üst oldu ve Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tek başına iktidara geldi. Bumerang döndü, dolaştı, geldi, atanları vurdu, hem de fena halde yaralayarak, bu oyunun açık bölümünde olanların, politik hayatlarını bitirircesine.

Bir ülkeyi yönetenlerin veya yönettiğini sananların görevi, o toplumu müşterek amaçlar, ilkeler etrafında birleştirmek, birlik ve beraberlik içinde yaşamalarını sağlamaktır, bölmek ve düşmanlık yaratmak değil.

Ülkeyi yönettiğini sanan, kendi doğrularından başka hiç bir doğruyu kabul etmeyen bir grup asker, toplum mühendisliğine soyunarak, ‘Andıçlar’la, ‘Batı Çalışma Grubu’ ile, ‘28 Şubat kararlarıyla’ ülkeyi idare etmeye ve politikayı istediği gibi yönlendirmeye çalıştı, toplumda zıtlaşmalara, düşmanlıklara neden oldu.

Büyük bir bölümü Müslüman ve inançlarına bağlı olan ülkemizin insanı, birkaç kendini bilmez aşırı ve şeriat devleti özentisi bahane edilerek ve ‘İran gibi, Cezayir gibi’ olacağız korkusu salınarak, ‘laiklik’ adeta bir din düşmanlığı haline getirildi, sanki bütün üyeleri ve oy verenleri yobazmış, yahut bir illegal faaliyetin mensubuymuş gibi partiler kapatıldı, yöneticileri ve milletvekilleri baskı altına alındı, hukuk adamları ve politikacılar kullanılarak, yıldırılmaya, susturulmaya, sindirilmeye çalışıldı.

Büyük bir kitle, düzgün, ülkesini seven, kendi halinde, inançlarına bağlı vatandaşlarımız rencide edildi.

Maalesef bu gayri demokratik oluşuma, asli görevleri demokrasiyi ve milli birliği korumak olan başta zamanın Cumhurbaşkanı olmak üzere, yüksek yargı mercilerinin bazı üyeleri, başbakanlar, parti başkanları, parlamenterler, bazı medya kuruluşları, gazeteciler, yüksek öğretim görevlileri, güvenlik kuruluşlarının yöneticileri ve daha bir çoğu, alet ve yardımcı oldular, hatta bazıları ‘kraldan ziyade kralcı’ davrandı.

Tekrardan altını çizerek belirtmekte yarar var. Türkiye’nin en büyük sorunu yolsuzluktur, ahlaksızlıktır. Terör de, organize suçlar da, sağlıksız ekonomi de doğrudan yolsuzluk ve ahlaksızlık ile bağlantılıdır.

Bir ülkenin başbakanı geleceğini mafya liderlerine bağlıyorsa, bir ülkenin başbakanı ve bakanları şaibeli ihalelerin, satışların, projelerin içindeyse, o ülkenin güvenlikten sorumlu bakanı kaçakçılarla, çetelerle iş birliği halindeyse ve bütün bunlara rağmen o ülkenin diğer yöneticileri gözlerini kapayıp bunları görmezlikten geliyor, üstünü örtmeye kalkıyorsa, o ülke batmaya mahkumdur

Biz bu toplum mühendislerini ve onların yardımcılarını, bir parça da, Türkiye’nin en büyük sorunu olan bu ‘yolsuzluk ve ahlaksızlık’ ile uğraşırken görseydik, ülkenin birliğini korumak istiyorlardı iyi niyetliler ama hatalı davrandılar, acemilik ettiler der, hoş görürdük.

Aksine, sivil-asker onları, daha sonra batan bankalarda, medya kuruluşlarında veya şaibeli şirketlerde, iç-içe, kol-kola gördük. Hani şu devleti soyan, vatandaşın paralarını gasp eden, hortumcu bankalar, şirketler ve kuruluşlar.

Devleti korumak istediklerine ve samimi olduklarına inanmamız mümkün mü?

Bir grup askerin kontrolünde yürüyen, ‘şeriat’ bahanesiyle, ülkenin yönetimini ve imkanlarını paylaşım çabaları, Genelkurmay Başkanlığına dürüst bir askerin, arkasından da aynı şekilde Cumhurbaşkanlığına da yine dürüst ve namuslu bir yöneticinin gelmesi ile akim kaldı. Kendilerine uyduracaklarını sandıkları Cumhurbaşkanı, çetin ceviz çıktı. İnatçıydı, ilkelerinden asla taviz vermiyordu. Sonunda dayanamayıp, ‘Seni biz getirdik, biz götürmesini de biliriz, nankör kedi’ diye bağırdılar.

Genelkurmay Başkanlığına da o dürüst komutan gelmesin diye, ne oyunlar, ne tertipler yapıldı. Medyaya ‘Dincilere yakındır’ haberleri uçuruldu, belki bir gün bütünüyle ortaya çıkacaktır, uzun süreli planlı bir faaliyetle, hayatıyla bile oynanmaya çalışıldı.

Çıkar grubu pes etmedi. Bir takım askerlerin de desteği alınarak, kapalı kapılar arkasında yeni planlar yapıldı. Yaşlanmış olan ve sağlık problemleri bulunan Başbakan Ecevit al aşağı edilerek ‘sivil bir ihtilal’ gerçekleştirilecekti.

Medya grupları üzerine düşen görevi yaptı ve gerekçe hazırlandı, Türkiye’yi kendini bile kontrolden aciz bir başbakanın idare etmeğe çalıştığına toplum inandırıldı, yeni başbakan isimleri telaffuz edilmeye başlandı. Türkiye’yi yine kurtaracaklardı, hem ülkeyi yönetmekten aciz Ecevit’ten, hem de şeriatçı tehlike Tayyip’ten.

‘Erken seçim’ lafları bu dönemde ortaya çıktı. Operasyonun başarı ile tamamlanacağından o kadar emindiler ki.

Evdeki hesap çarşıya uymadı. Ecevit inatla direndi, sağlığı da aynı anda düzeldi. Cumhurbaşkanı da ona destek oldu, operasyon ters tepti. Erken seçim diyenlerin ve yandaşları medya kuruluşlarının daha sonra mızıkçılık etmeleri, yeni formüller pompalamaları işe yaramadı ve neticede halk kararını verdi;

Seçim 2002, AKP'lilerde seçimi kazanmanın sevinci.En güvendiğini tek başına göreve getirirken, bazı istisnalar hariç, bütün çıkar gruplarını sildi, süpürdü, cezalandırdı.

Demek bu halk Aziz Nesin’in dediği gibi aptal filan değil. Çok akıllıca, olan biteni gördü, çok akıllıca, değerlendirdi ve zamanı geldiğinde kararını verdi.

Bu olay siyasi tarihimizde çok iyi değerlendirilmelidir. Artık devir değişmiştir, iletişim sadece medya patronlarının elinde değildir. Toplumları kandırma, örtbas etme, yönlendirme devri bitmiştir. Artık herkesin, her şeyden kolayca haberdar olabileceği muazzam bir bilgi akışı mevcuttur. Geleceğin siyasetçisi, bürokratı, medya yöneticisi, ahlaklı davranmak, dürüst ve şeffaf olmak durumundadır. Yoksa geldiği gibi, silinir gider.

Şimdi Tayyip Erdoğan ve partisine büyük görevler düşmekte. Ülkenin birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını yeniden tesis etmek, bu arada inançlarını, bölmek için değil, ülkenin birlik ve beraberliğinden yana kullanmak durumundalar. Dinine ve inançlarına kuvvetli bağlarla bağlı insanların da bu ülkeyi sevdiğini, onun için fedakarlık yapabileceğini, her şeyden önce kendi vicdanlarına karşı dürüst olduklarını, Türk’ün başka ülkelerdeki rejimlere özentisi olmadığını, dini inançların insanlara kötülük getirmek için değil, sevgi ve barış getirmek için var olduğunu ispat etmek artık onların ellerinde.

Haklı kızgınlıkları ve küskünlükleri de olsa, bu güne kadar yaptığı gibi, ağır başlı, hoşgörülü, ölçülü ve vicdanının sesine uyarak davranması gerekli.

Biz bu konuda, Deniz Baykal ve partisinin samimi bir muhalefet yaparak, özellikle halkın öncelikli beklentisi olan yolsuzluk ve ahlaksızlık konusunda işbirliğinde bulunarak, yeni iktidara yardımcı olacağına inanıyoruz. Zaten ilk günlerden itibaren bu olumlu hava tesis edildi.

Yeter artık, Türk halkı namusuna, ahlakına güveneceği temsilcilerine, yöneticilerine kavuşsun, onları sevsin, saysın. Yıllarca sonra dahi onlardan iyilikle, onurla bahsedebilsin. Gelip geçici bu dünyada, bundan daha büyük bir paye, daha fazla bir zenginlik olabilir mi?


Yeni hükümet ve yeni muhalefet Türkiye’ye hayırlı olsun.