Cumhuriyet Silahşoru
[ 7/7/2001 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Yakın tarihimizin bütün gizli kalmış işleri zaman içinde ortaya çıkar diye düşünüyordum. Peki bunu kim gerçekleştirecekti? Ben düşüne dururken, son yılların yetiştirdiği en büyük araştırmacı, "Türk istihbaratının Alternatif Tarihi" yazarı Soner Yalçın,

Yakın Tarihimizin Gizli Kalmış Olayları Aydınlandı..

Yakın tarihimizin bütün gizli kalmış işleri zaman içinde ortaya çıkar diye düşünüyordum. Peki bunu kim gerçekleştirecekti?

Ben düşüne dururken, son yılların yetiştirdiği en büyük araştırmacı, "Türk istihbaratının Alternatif Tarihi" yazarı Soner Yalçın, üst üste patlattı kitaplarını.

Ve Soner, son eseri "Teşkilatın İki Silahşoru" ile yakın tarihimizin en gizli kalmış operasyonlarını da bir bir ortaya koyarak gizlilik diye bir şey bırakmadı.

Hani o bir nefeste okunan "Dede ve torun Yakut Cemil"in operasyonlarını anlatan kitap.

Bakın tanınmış kalemler neler söylüyorlar kitap için:

"Gazeteci arkadaşım Soner Yalçın'ın yeni bir kitabı çıktı. ‘‘Teşkilat'ın İki Silahşoru’’. (Doğan Kitap).

Biri Meşrutiyet döneminde İttihat Terakki'nin silahşoru Yakup Cemil, diğeri ise ASALA ve PKK'ya karşı vuruşan, günümüzün silahşoru, Yakup Cemil'in kardeşinin torunu. Dede Teşkilat-ı Mahsusa, torun ise o örgütün günümüzdeki devamı olan MİT için vuruşuyor. Soner kitabında, torun Yakup Cemil'in ismini açıklamıyor. Çok doğal; çünkü onu hedef yapmak istemiyor.

Yakup Cemil, Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı yıllarının çok önemli subaylarından biri. Örgütlediği özel ekiplerle Makedonya, İran, Libya, Kafkasya ve Doğu Anadolu'da görev yapıyor, çarpışıyor. İstanbul'da, Babıáli baskınında Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı öldürüyor. Korkusuz, atak, çeteci, savaşçı ve attığını vuran bir suikastçı. Sonunda Káğıthane sırtlarında kurşuna diziliyor. Acı bir serüven.

Torun Yakup Cemil ise MİT görevlisi. Soner Yalçın onu ‘‘Cumhuriyet'in silahşoru’’ olarak tanımlıyor. Çok sayıda yurtdışı eylemde görev alıyor, Türkiye'ye zarar veren terör örgütleri mensuplarını temizleyen ekiplerde, ‘‘Abi’’ dediği Hiram Abas'la birlikte iş bitiriyor.

Türkiye, vatan için kelle koltukta oradan oraya koşturan isimsiz kahramanlarını hiç tanımıyor.

Çok ilginç, çok öğretici bir kitap. Bir solukta okuyacaksınız."

Emin Çölaşan

*****
"ÖZELLİKLE ‘Reis’ ve ‘Bay Pipo’ adlı kitapları hayli yankı yaratan Gazeteci Soner Yalçın'ın Doğan Kitap'tan çıkan son kitabının adı:
‘‘Teşkilatın İki Silahşoru.’’
Kitap İttihat ve Terakki'nin ünlü fedaisi Yakup Cemil ile torunu Yakup Cemil'in birbiriyle kesişen yaşamını gözler önüne seriyor...
Osmanlı'nın son dönemidir; Yakup Cemil hürriyet için dağa çıkar, meşrutiyet ilan edilir görevi bitmez. İran, Trablusgarp, Balkanlar ve Kafkasya'da hep cephededir. Bu arada Babıáli baskınına katılır, devrin en güçlü kişisi Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı alnından vurur. Adı faili meçhul cinayetlere karışır.
Dede Yakup Cemil başına buyruktur, söz dinlemez; ajan olduğundan şüphelendiği bir subayı çadırında vurur. Kendisine karşı gelen 16 köylüyü bir ağaca asar! Sonunda başına buyruk olmasının cezasını görür ve Kağıthane sırtlarında idam edilir.
Osmanlı ile birlikte Yakup Cemil'in de yaşamı son bulur. Ancak yıllar sonra cumhuriyet için yine fedailik yapan bir isim vardır; torun Yakup Cemil!
Torunun yaşadığı dönem dedesinden çok farklıdır ama yapıkları neredeyse aynıdır. Torun Yakup Cemil, 1980'li yıllarda Yunanistan, Fransa, Almanya, Belçika, Lübnan'da ASALA avındadır. ‘‘Teşkilat'ın İki Silahşoru’’ bugüne kadar bazı çevrelerin ‘‘ASALA'yı biz bitirdik’’ iddialarını çürüten tezler sunuyor; torun Yakup Cemil, nerede eğitim gördüğünü, operasyonları nasıl planladıklarını, timlerinde kimlerin olduğunu, şifrelerini, ASALA teröristlerini nasıl yok ettiklerini ve başlarından geçen komik olayları anlatıyor. Aynı zamanda bugünün birçok ünlü isminin akrabalık ilişkileri gözler önüne seriliyor.
İki ayrı tarih sahnesinde ortaya çıkan 'Dede-Torun' silahşorların gerçek yaşam öyküsünü ve yakın tarihimizde perde arkasında kalmış olayları merak ediyorsanız bu kitabı kaçırmayın..."
Yalçın Bayer
*****
Sonradan kendisini kurşuna dizdiren Enver Paşa'nın sadık fedaisi Yakup Cemil'in hayatı, trajik yönlerinin yanı sıra, yakın tarihimizdeki birçok kritik olayın kavranması bakımından da önemli.

Avni Özgürel
*****

Evet, daha fazla uzatırsak ciddi olduğumuzu sanacaksınız. Tarihten alıntı gerçek Yakut Cemil'i konumuzun dışında tutarak işin aslına gelelim.

Türkiye tam bir gariplikler ülkesi.

Bütün bu okuduğunuz methiye, bir ruh hastasının hayalinde kurguladığı olaylara inanarak bunu kitap haline getiren ve böylece Türkiye'nin yakın tarihindeki gizli olayları aydınlattığını sanan ya saf yada art niyetli bir araştırmacı yazara yapılıyor. Yani Soner Yalçın'a

Sayısız maddi hatalar, hiçbir kanıtı olmayan isnatlar ve hayal ürünü komplo teorileriyle dolu "Bay Pipo"yu "Türk istihbaratının Alternatif Tarihi" olarak tescil ettirdikten sonra şimdi de bir ruh hastasının anlatımlarını yakın tarihimizin perde arkasında kalmış olayları diye Türkiye'nin tarihine mal edecek.

Ve hatalar, yalanlar, hayali teoriler üstüne her gün bir yenisi kurulacak.

Acaba diyorum Aziz Nesin gibi hepimizi aptal mı sanıyorlar...

Dönelim geriye.

03 Kasım 1999, tarihli Sabah Gazetesine bakarsanız Soner Yalçın'ın kitabındaki "Torun Yakut Cemil'le karşılaşırsınız. (Esas ismini küçük bir tereddüdüm olduğu için şimdilik açıklamayacağım. Ancak teşkilatta küçük bir memur olarak çalışmış olduğunu söyleyebilirim.)

Çalışmalarını takdir ettiğim araştırmacı yazarlardan Can Dündar da bu hastanın tuzağına düşmüştü. Herhalde onu yanıltan, hasta kahramanın anlattıkları ile "Hiram Bey'in Lübnan'daki gerçek faaliyetleri arasında çakışan noktalar bulunduğu düşüncesiydi.

Dündar'ın şahısla ilgili tereddütleri olduğunu ve onu araştırdığını öğrenince ona İnternet'ten bir mektup yollayarak, anlatılanların deli saçması olduğunu, ayrıca Hiram Bey'in Lübnan dışında böyle bir çalışmaya hiç katılmadığını bildirdim.

Biraz geç kalmıştım. Erken davransaydım herhalde Sabah Gazetesindeki bu yazı biraz daha değişik çıkardı.

Neticede, Can Dündar hastayı teşhis etti ve hem kendisinin hem de okuyucusunun daha fazla yanılmasına imkan vermedi.

Hasta diyorum, zira ancak hasta ruhlu bir insan böyle bir hikayeyi uydurabilir. Böyle bir kaç kişi tanıyorum. Esasında zaman içinde kendileri de anlattıklarına inanır hale geliyorlar.

Şimdi Soner Yalçın'a dönelim.

27 Mayıs 2001 tarihinde Milliyet Gazetesinden Sema Aslan ile yaptığı bir söyleşi var. Bizi ilgilendiren bölümlerine bir göz atalım.

Söyleşinin başlığı: "Nazım'a da ajan dediler".

"Soner Yalçın sağda ve solda, pek çok kişinin söz birliği etmişçesine ajanlıkla suçladığı bir isim. Ama Yalçın, "Nâzım’a da ajan dediler, Aziz Nesin’e de" diyerek, suçlamanın anlamsızlığını vurguluyor."

İstanbul gece hayatının tanınmış siması, klüplerde elinde viski dolaşan, lüks BMW, Mersedes dışında araba kullanmayan, Doğu Perinçek ekolünün sosyetik solcusu Soner Yalçın, nasıl da kendini Nazım Hikmet'le özleştirmiş görüyor musunuz?.

Türkiye’nin gayri resmi tarihini ve kilit isimlerini yazmasıyla tanıdığımız Soner Yalçın "Bay Pipo"dan sonra hemen her röportajında artık çok yorulduğunu dile getirdiyse de iki yeni kitap var elimizde: "Teşkilat’ın İki Silahşoru" ve Mehmet Ali Birand ile yaptıkları ortak çalışma "The Özal / Bir Davanın Öyküsü". Her ikisi de Doğan Kitap’tan mayıs ayında yayımlandı. Fakat "Teşkilat’ın İki Silahşoru" beşinci baskısını yapmak üzere.

Kitaplarınız art arda yeni baskılarını yapıyor. Nedir bu ilgi?

Kitapların hemen hepsi de yakın tarihimizde bilinmeyen olaylara ışık tutuyor. İnsanlar, Soner Yalçın’ın kitaplarına biraz da bu nedenle ilgi gösteriyorlar. "The Özal" kitabı Mehmet Ali Birand ile yaptığımız bir kitap. "Teşkilat’ın İki Silahşoru"nda ise İttihat ve Terakki’nin ünlü silahşoru Yakup Cemil’in yaşamıyla başlayıp onun ailesinin günümüze kadar süren bir silahşorluk öyküsünü anlatılıyor. Dün Yakup Cemil, İttihat ve Terakki’nin silahşorluğunu yapıyordu, birkaç yıl öncesine kadar da torunu Türkiye Cumhuriyet’i ya da onun belli birimleri için istihbarat faaliyetlerinde bulundu, silah çekti.

Özellikle "Bay Pipo" ile ilgili olarak çok yoğun tartışmalar yapıldı. Bu kitap "Teşkilat’ın İki Silahşoru"nun bu kadar kısa zamanda pek çok baskı yapmış olmasında etkili oldu mu? Ya da gerçekten bu ülkede bir şeyler değişiyor mu?

"Teşkilat’ın İki Silahşoru", aslında "ASALA’yı biz bitirdik" diyenlere bir yanıt; hayır siz bitirmediniz diyor.

ASALA'yı ne Çatlı Grubu, ne Alaattin Çakıcı ne de MİT bitirdi. ASALA'yı bitiren Ermenilerin kendisidir.

Yazdığınız kitaplar gündemle ya çok örtüşüyor ya da bir şey gündeme geldikten hemen sonra yayımlanıyor.

Ben gazeteciyim. Bütün zamanımı gazeteci olarak yaşıyorum ben. Ama tabii ki, "Behçet Cantürk öldürüldü, bir gün Susurluk’ta kaza olacak ve Susurluk ile Behçet Cantürk’ü öldüren o süreç, Türkiye’de bir şekilde gündeme gelir"i düşünmedim. Belki merakımdan, belki Türkiye’de yaşayan bir gazeteci olmamdan kaynaklanıyor bu örtüşme.

Yaş tahtaya basmaktan korktuğunuz oluyor mu?

Elbette oluyor. Ama bizim görevimiz kamuoyuna bilgi vermek. Eğer ben bu mesleği seçtiysem her şey olabilir. Bu, aydın olmanın da sorumluluğu.

Bu "aydın olmak" nedir? Kimler, nasıl aydın oluyor, "aydın olma" payesi nasıl veriliyor, insanlar kendi kendilerine mi yakıştırıyor bu payeyi? Bu konuda Soner Yalçın gibi "aydın"larımızdan biri bizi bilgilendirse çok memnun olacağız.

Bu ülkenin politik tarihini, kilit isimlerini yazarken kaynak sıkıntısı çekiyor musunuz?

Çok çekiyorum. Bütün gazeteci arkadaşlarıma yazmalarını söylüyorum. Ciddi bir kaynak sıkıntım var.

İlahi Soner, İstanbul'da oturuyorsun. Bakırköy o kadar uzak değil ki. Orada sana kaynak olacak ne adamlar var...

"Resmi kaynaklar" sözü size ne ifade ediyor?

Resmi kaynaklar yok. Keşke olsa. Ellerinde dosyası, belgesi olanlar varsa çekinmesin göndersinler. Ama Türkiye’de şöyle bir şey var; siz yaşadığınız döneme ilişkin yazılamayanları yazarsanız, bunun iki tane karşılığı oluyor: Ajansınızdır ya da biri size bir dosya vermiştir ve ondan yazmışsınızdır. Aziz Nesin’e de, Nâzım Hikmet’e de ajan dediler.

Yaptığınız işin ne kadarı gazetecilik sorumluluğunuz; ne kadarı, formasyonunuzu kullanarak bir şeylere işaret ettiğiniz insan sorumluluğunuz?

Ben bu kitapların hepsini gazeteci kimliğimle yazdım. Gazeteci olarak yapmam gereken kamuoyunu bilgilendirmek. Yayımlanan kitapların dipnotlarına, kaynakçalarına baktığımda kitaplarımı görüyorsam çok mutlu oluyorum.

Doğru, Bu mutluluk çarkı, belli bir kesim arasında dönüp duruyor. Herkes birbirinin yalan-yanlış bilgilerini kaynak göstererek, büyük bir dezinformasyon halkasını oluşturuyorlar.

Yazdıklarınızın yanında yazmadıklarınız, kendinize sakladıklarınız var mı?

Valla hepsini yazdım. Ama ispat edemeyeceğim, delilini gösteremeyeceğim şeyleri yazmadım tabii.

Bu da yalanın büyüğü. Benim okuduğum kitaplarının çoğu şahsi kanaatlerine dayanan isnatlar ve hayal ürünü komplo teorileriyle dolu. Bunun nesini, nasıl ispat edecek. Bu tip, hiç bir dayanağı olmayan isnatları ile ilgili örnek vereceğiz.

Derviş için "yeni Özal" diyorlar.

Doğru söylüyorlar.

Söyleşi bu kadar. Tarihi yanıltan aydın yazarımız, günümüzün Nazım Hikmeti böyle anlatıyor kendini. Yeni kitabının konusu da belli: "Derviş".

Acaba hasta silahşor en saf Soner'i mi buldu, yoksa Soner uyanık da, "nasıl olsa delinin anlattığını da kitap yapsam, o da tarih olur" diye mi düşündü pek belli değil.

Şimdi son kitabından beni de ilgilendiren küçük bir misal vereyim.

Deli Avrupa'daki operasyonlardan bahsederken şöyle diyor. "Burada bir anımı anlatayım. Mehmet Ali Ağabey, çok kızdığı zaman bol bol küfür ederdi. Her fırsatta onunla birlikte çalıştığını söyleyen, ağabeyin kadim dostu olduğunu belirten "şirket"ten biri, Bulgaristan'da bir takım haltlar karıştırmıştı. Ağabey onun için ağza alınmayacak küfürler ediyordu. Biz bu adama "Gözlük" diyorduk. Çünkü gözleri iyi görmüyordu. Bu "Gözlük" sayesinde Bulgaristan'da bir görevlimizi şehit vermiştik. Adı Bora Süelkan'dı. Mehmet Ali Ağabey o nedenle küfürler yağdırıyordu Gözlük'e"

Delinin anlattığı doğru kabul edildi ve "Gözlük"ün Bulgaristan'da bir halt karıştırdığı (ne olduğu belli olmasa da) yakın tarihimize yazıldı.

Şimdi bu konuların uzmanı araştırmacı-yazarımız da yüksek bilgisini "dipnot"a düşeceği bir kaç satır ile göstermek durumunda.

"Torun "Yakup Cemil'in adını vermediği kişi, 1980-1982 yılları arasında Bulgaristan'da görev yapan Mehmet Eymür. Mehmet Ali Ağabey'in Eymür'e kızmasının gerçek nedeni, başta Abdullah Çatlı olmak üzere kendisine tanıştırılan bazı ülkücülerin ASALA operasyonlarında beceriksiz çıkmaları, üstelik uyuşturucu kaçakçılığı yapmaları mıydı? Torun "Yakub Cemil" ayrıntıya girmek istemiyordu."

Evet, "aydın" olmanın sorumluluğunu taşıyan araştırmacı-yazar, şimdi de Abdullah Çatlı ve bazı ülkücüleri benim Mehmet Ali Ağabey'e yani Hiram Bey'e tanıştırdığımı yakın tarihimize yazdı. Ben tanıştırdım, Hiram Bey de onları kullandı.

Tabii ki yarın bir başkası onu kaynak gösterip, yeni teoriler uyduracak. Hatta kendisi de burada yazdıklarını yeni kitabında kaynak gösterecek. Ve bu mutluluk zinciri böyle devam edecek.

Şimdi ben bu Soner Yalçın'a "şu yazdığını ispat et, edemezsen şerefsiz yalancının birisin" desem yanlış mı olur?

Bu deli silahşor, Hiram Bey'e şarkılar söyletmiş, şiirler yazdırmış, kızınca çok küfür ederdi demiş. Bunların hepsi Hiram Bey'den o kadar uzak yakıştırmalar ki. Ben bir kere dahi Hiram beyin ağzından küfür çıktığını duymadım. Ne şarkı bilir söylerdi, ne de şiir.

1982 yılında yurtdışından dönüşümde beni hudut kapısında karşılayacak kadar sevip yakın gören Hiram Bey kızmış da bana küfür etmiş... Neye kızmış? Belli değil.

İspat edemeyeceği, delilini gösteremeyeceği şeyleri yazmazmış...!

Rahmetli Bora Süelkan birlikte çalıştığım yakın arkadaşımdı. Benim dönüşümden birkaç ay sonra şehit edildi. Ben o sırada Mardin'de görevliydim.

"Gözlük" ismi, Alaattin Çakıcı ile Erol Evcil'in kodlu konuşmalarında bana taktıkları bir isim. Başka hiç bir yerde kullanılmadı.

Deli, hayalinde deli saçması bir senaryo yaratmış ve bu senaryonun merkezinde bir Hiram Bey çizmiş, Soner de bunu tarihe yazmış.

Hem bu kitabında, hem de kendi beyanına göre "Bay Pipo"'da.

Yani "Bay Pipo"da ki güvenilir kaynaklarından birinin bu deli olduğu şimdi anlaşıldı. Zaten kitabının giriş kısmında bunu belirtmiş.

Kitaptan birkaç pasaj verelim.

''Kelle alana, yani tetiği çekene biz Teğ-Men veya Çiftçi derdik. Bu şifreler bize İttihat Terakki Cemiyeti'nin silahlı müfrezesi Teşkilatı Mahsusa'dan mirastır. Teşkilatı Mahsusa'nın baş harfleri 'T' ve 'M' nedeniyle 'Teğ-Men'şifresini kullanıyorduk. Çiftçi'de bu özel örgütün amblemindeki 'çift ay'dan kaynaklanıyordu.

Beyrut benim ilk işimdi, sıcak ete ilk orada sıktım

Bu kavgada bizim iki sadık dostumuz vardı, biri hayat, diğeri ölüm.

Ne alnımızda bir ayıp / Ne koltuk altında saçlı haçım / Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi / İşte bağışlanmaz korkunç suçum.(Hiram Bey'in şiiri..!)

Mehmet Ali Ağabey o günlerde birkaç kadeh rakı içtikten sonra hep, "Menekşelendi Sular / Dikensiz gül olmazmış Ayşem" şarkısını söylerdi..."

Tavşanlar, Çöpçüler, Teğ-Men'ler, Çitçiler, Büyük Çiftçiler, Efsaneler (Sahte Kimlikmiş), TM Rümuzu, Kanlı Büftek Sarılı Protez Ayaklar, Akrep, Teşkilatı Mahsusa Selamları, Avuç içine Çizilen Ay ve Yıldızlar, İntihar İçin Koltuk Altına Yerleştirilen Siyanür Hapları, ve Atina-Pire hattında trende ASALA lideri Agop Agopyan'ın boğazını keserek öldüren "Cumhuriyet Silahşörü" Yakup Cemil.

Büyük araştırmacı sayesinde "İstihbarat" diline de yeni kavramlar yerleşti böylece.

Artık MİT'teki bütün gençler, "Büyük Çiftçi" olmak için yarışacaklar. Olamayanlar "Çöpçü" lükle yetinecekler.

Herkes birbirine TM (Teğ-Men veya Teşkilatı Mahsusa) selamı verecek, birbirlerini tanıtmak için avuç içlerini gösterecekler.

Teşkilata yeni girenler öncelikle Hacettepe Hastahanesinde gönderilecekler. Burada koltuk altlarına küçük bir ameliyatla siyanür hapları yerleştirilecek. Operasyon sırasında yakalananlar hemen siyanür hapını içecekler.

Bütün MİT mensupları bundan böyle jartiyerli çorap giyip, jartiyerde kama taşıyacaklar.

En çok "Tavşan" avlayanı MİT Müsteşarı, en iyi "Efsane" yazanı da Müsteşar Yardımcısı yapacaklar.

MİT'in Teknik bölümünde her boyda protez ayak imalatı için yeni bir ünite kurulacak. Mit'in kantininden temin edilen "kanlı büftekler" protez ayaklara sarılarak, bütün düşmanlarımıza gönderilecek. Paketlerin üstüne muhakkak "Gönderen: TM" yazılacak. Bakın düşmanlar o zaman nasıl hizaya gelir.

Sakın abartıyor demeyin. Okumadınızsa kitabın sadece "Atina'da Torun Yakup Cemill" kısmını okuyun ve öyle karar verin. Kimbilir belki sizin de çok hoşunuza gider.

Zavallı araştırmacı-yazar. Asala Lideri Agop Agopyan (Hagop Hagopian)'ın nerede ve nasıl öldürüldüğünü bile bile yine de bu deliye öldürttün adamı?

Psikoloji eğitimi aldığını belirttiği "Özcan Köknel Hoca'ya" bir sor. Belki tedavisini o yapıyordur.

Deli, deli deyip durduk.

Belki de adam akıllı da, saf bulunca matrak geçiyor...


Not: Biliyorsunuz yurdumuzda bu konularda (Terör, kaçakçılık, organize suç vs, vs.) otorite sayılan sadece Soner Yalçın değildir. Her ikisi de Perinçek ekolünden geldiği halde, şimdi Fabrikatör Perinçek'in kanatları altında uçan ve Soner Yalçın'a diş bileyen bir Adnan Akfırat da var. Akfırat, bu konularda uzman diğer bir araştırmacı yazar Tuncay Özkan ile söyleşi yapmış. Okumanızda yarar var.