Öcalan'ın Suriye'den Çıkışı
[ 23/3/2000 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Yeni bir stratejinin başlangıcı mı? -
PKK, Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşı tarafından, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice İlçesi'ne bağlı Fis Köyü'nde kuruldu. Amaç Türkiye Cumhuriyeti'nin hakimiyeti altındaki topraklardan bir bölümünü


Yeni bir stratejinin başlangıcı mı?

PKK, Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşı tarafından, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice İlçesi'ne bağlı Fis Köyü'nde kuruldu. Amaç Türkiye Cumhuriyeti'nin hakimiyeti altındaki topraklardan bir bölümünü ayırarak, yerine Marksist-Leninist temellere dayalı Kürt devleti kurmaktı.

Öcalan, 1979 yılında Suriye’ye geçti ve Şam yönetiminin himayesine girdi. Kanlı eylemlerini buradan sevk ve idare etti, erinden generaline, köylüsünden öğretmenine, sivil-asker 35 binin üzerinde kişinin ölümüne, şehit olmasına sebep oldu. Türkiye’yi kana boğdu.

Bölgenin en güçlü ordusuna sahip Türkiye, Suriye’nin PKK ve Aptullah Öcalan’a verdiği doğrudan desteğe tam 19 yıl sessiz kaldı. Diplomatik görüşmelerle, gidip-gelen heyetlerle sorunun çözümüne çalışıldı, hiç bir netice alınmadı. Teröristler Suriye’den girip eylem yapıyor, sıkışınca tekrar Suriye’ye dönüyorlardı. PKK terörü, Güneydoğuda’da, kendi topraklarımızda asayiş görevlilerini bile sokağa çıkamaz hale getirdi.

Bu 19 sene içinde PKK devamlı büyüdü. Ülke içinde silahlı gücünü, ülke dışında da siyasi örgütlenmesini geliştirdi. Hemen hemen dünyanın her yerinde temsilcilikler kurdu. Yayın organlarını, televizyonunu ve 1995 yılında ‘‘Sürgündeki Kürt Parlamentosu’’ nu oluşturdu. Büyüyüp yayıldıkça beynelmilel alandaki desteği de arttı. Bir yandan kanlı eylemler gerçekleştirirken bir yandan da ezilen halklar tiyatrosu oynanıyordu.

Eylül 1998’de sahne birden bire değişti. İlk tepki, “Suriye'ye karşı sabrımız kalmadı. Türkiye beklediği karşlığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır’’ şeklinde Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan geldi. Bunu diğer devlet büyüklerinin aynı mealdeki açıklamaları izledi.

Suriye mesajı almış, bu sefer “Öcalan Suriye’de değil. İsterseniz kendiniz gelin tetkik edin” şeklinde cevap vermemişti. Bir sure sonra Öcalan’ı topraklarından çıkardı.

Ondan sonrası malum, bir müddet köşe kapmaca, Kenya operasyonu ve Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi.

Tuncay Özkan’ın yeni yayımlanan “Operasyon” isimli kitabında bu bölüm en ufak ayrıntılarına kadar verilmiş.

“Günlerden perşembeydi. 4 şubat 1999 akşamı, olağan gibi gözüken her şey, az sonra gerçekleşecek randevuyla, bambaşka bir boyuta taşınacaktı.

Amerikan gizli servisi CİA’ nın Ankara temsilcisi, Yenimahalle’de bulunan, Türk gizli servisi MİT’in resmî konutundaki randevusuna tam saatinde geldi. İki gizli servis mensubu karşılıklı nezaket sözcüklerinin sonrasında iş konuşmaya başladılar. Amerikalı casus, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’a çok önemli bir teklifte bulunuyordu.

CİA yetkilisi, MİT Müsteşarı’na, PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ın ortak gerçekleştirilecek bir operasyonla yakalanmasını ve Türkiye’ye getirilmesini öneriyordu.

Saat 21.15 sularıydı. Şenkal Atasagun olayla ilgili biraz daha bilgi istedi. CİA yetkilisi ne istendiğini anlamıştı. Amerika, Türkiye’ye Abdullah Öcalan’ı teklif ediyordu. Ama şartı neydi? Amerika Öcalan’ı niye Türkiye’ye verecekti?

Amerika’nın şartı açıktı:

“Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun Abdullah Öcalan Türkiye’ye sağ olarak getirilecek, mahkemede adil olarak yargılanacak ve öldürülmeyecekti.”

Açıkça istenilen buydu. Ama sonradan yaşananlar olayın getirdiği olumlu rüzgârların Amerika’nın Usame Bin Laden, Saddam Hüseyin ve İran’a karşı girişeceği operasyonlarda MİT’in verdiği desteğin bu istek kadar önemli olduğunu ortaya koydu.

Amerika’nın şartı

Amerika şart olarak, Abdullah Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilip, yargılanması ve öldürülmemesi konusunda garanti ve güvence istiyordu. Onlara göre en önemlisi buydu. Türkiye’nin Öcalan’ı yok etmek konusundaki daha önce gerçekleştirdiği operasyonlardan haberdar olan Amerikan yönetimi, Öcalan’ın sağ ele geçirilmesinde ısrarlıydı.

Şenkal Atasagun, Amerikalı temsilcinin sözlerini dikkatle dinledi. Bu konudaki kararı tek başına vermesinin mümkün olmadığını aktardı.

Atasagun, Başbakan Bülent Ecevit’e ulaştı. Ecevit o sırada Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in verdiği bir yemek nedeniyle Çankaya’da Başbakanlık Konutu’nun hemen altında bulunan Dışişleri Konutu’ndaydı. Konu çok özeldi ve hemen görüşmek gerekiyordu. Ecevit, ”gelin” dedi. Atasagun’a başbakanlık konutunda randevu verdi.

Saat 22.45’de Başbakan Ecevit ile MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun başbaşa görüşmeye başladılar. Ecevit, CİA yetkilisinin aktardıklarını duyunca, Cumhurbaşkanı’na bilgi vermek gerektiğini söyleyip, Süleyman Demirel’i aradı.

Çankaya Köşkü 4 şubat 1999 perşembe gününü yorgun geçirmişti. Cumhurbaşkanı Demirel’in “devlet günü” dediği günlerden biriydi. Sabah 09.00’dan, akşam 20.00’ye kadar yoğun bir şekilde çalışılmıştı. Saat 17.30’da MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, 18.00’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, 19.00’da ise Başbakan Bülent Ecevit Çankaya Köşkü’ne gelerek brifing dosyalarını anlatmışlardı Demirel’e. Kapıda bekleyen gazeteci ordusu, bu haftalık ve olağan geçen görüşmelerden bir şey çıkmayacağını çok iyi biliyordu.

Ama Başbakan Ecevit’in telefonuyla sarsılan Çankaya Köşkü’nde az sonra gerçekleşecek zirve, hepsinden farklıydı. Saat 23.10’da olağanüstü zirveye kapılarını açmıştı Köşk.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun konuyu tartışmaya başladıklarında Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da toplantıdaki yerini aldı. Kapıda gazeteciler yoktu. Toplantıdan bakanların dahi bilgisi olmamıştı. Ankara’da çıt çıkmıyordu.

MİT VE CİA’nın gizli protokolü

Atasagun kendisine iletilen teklifi aktardı. Amerika’nın şartı kabul edilebilir bulunuyordu. Öcalan, sağ olarak ele geçirilirse, Türk gizli servisinin elemanları kendisini “sağ ve sağlıklı” olarak Türkiye’ye getirecekler ve adalete teslim edeceklerdi.

Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Öcalan’ın “teslim edilebilirliği konusuna çok güvenmediğini” belli ediyordu. Ama bu operasyona girilmeliydi.

Operasyonun bütün sorumluluğu Şenkal Atasagun’a verildi. Operasyon başından sonuna kadar MİT’e ve müsteşarına teslim edildi. Atasagun’un isteği üzerine Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nin başında bulunan General Fevzi Türkeri de, çalışmaya dahil edildi.

Ankara soğuktu. Işıklar içindeki kentin manzarası üzerinde dumanlar vardı. Büyük sırrı saklayacak olan zirve konukları Çankaya Köşkü’nden ayrı ayrı çıktılar. Ayrı kapıları kullandılar. Sırlarıyla beraber kentin buz tutmuş yollarında gözden kayboldular.

Atasagun, Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan sonra yeniden konutuna, kendisini beklemekte olan CİA yetkililerinin yanına döndü.

“Tamam” dedi, “Abdullah Öcalan sağ olarak getirilecek ve yargıya teslim edilecek. Bağımsız Türk yargısı kendisini en adil bir şekilde yargılayacak.”

Asrın gizli servis operasyonu işte bu sözlerle başlamış oluyordu. İki gizli servis arasında hemen oracıkta bir kâğıt üzerinde basit bir protokol yapıldı. Protokol içinde şunlar yazıyordu:

“Abdullah Öcalan’ın ele geçirilerek Türkiye’ye getirilmesinde Türk gizli servisi MİT ile Amerikan gizli servisi CİA birlikte ve ortak bir operasyon yapacaklardır. Öcalan sağ olarak ele geçirilip adil bir şekilde yargılanacaktır.”

Oturulup bir hazırlık planı yapıldı. Her şey bir anda gelişti. Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı.

Ankara’da CİA zirvesi

4 şubat 1998 gününe Rusya’nın aksine Ankara, olağan alarm durumuyla girdi. Öcalan izleniyordu. Olağanüstülük yoktu. Akşam saatlerinde CİA’nın Ankara istasyon şefi, MİT Müsteşarı Atasagun’a Öcalan’ı teklif etti ve Türk devleti Amerika’nın şartını kabul edince oturulup bir protokol hazırlandı. Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı. Amerikalılar Öcalan’ın Yunanistan’da olduğunu ve sonraki aşamalarda neler yapılması gerektiğini anlattılar.

Hemen MİT içinde bulunan özel eğitilmiş gruplardan bir ekip hazırlandı. Bu ekipte çoğunluk MİT Anti Terör Dairesi’nde yetişmiş daha sonra yakın koruma konusunda uzmanlaşmış genç elemanlar vardı.

Cavit Çağlar 200 000 dolar aldı

Takvimler 5 şubat 1998 gününü gösterdiğinde hazırlanan bu yedi kişilik ekibe uzun menzil uçabilecek bir uçak aranmaya başlandı. Uçak hiç yakıt almadan uzun uçuş yapabilmeliydi. Hızlı olmalıydı. Dikkat çekmemeliydi. Yapılan aramalar sonucunda işadamı Cavit Çağlar’a ait jet uçağının aranan niteliklerde olduğu saptandı. MİT müsteşarı, Çağlar’ı aradı. Kendisinin çıkacağı bir yurtdışı gezi için uçağı kiralamak istediklerini söyledi. Çağlar bunu memnuniyetle karşıladı. Uçağın kiralanmasının bedeli olarak 200 000 dolar fiyat biçti. MİT, Çağlar’ın teklifini kabul etti ve karşılıklı olarak uçağın 200 000 dolara MİT için kiralanması konusunda anlaşıldı. Çağlar parasını kuruşuna kadar aldı.

Bu ödenen para, Öcalan operasyonunda dışardaki bir kurum veya kuruluşa ödenen tek para oldu. Ne Kenyalı yetkililere, ne de operasyona yardımcı olan Amerikalılar ile diğer ülke teşkilatlarına Öcalan için bir tek kuruş dahi para ödenmedi. Rüşvet veya hizmet karşılığı olarak herhangi bir ödeme yapılmadı.

Taşeron yok MİT yaptı

Uçakta hiçbir ülkenin veya Türk tarafının taşeronu kullanılmadı. Uçakta operasyon sırasında hiçbir Amerikalı bulunmadı. Sadece Çağlar’ın uçak mürettebatı da operasyonda zorunlu olarak hazır bulundu.

Operasyon bittikten sonra da Cavit Çağlar “ Soğudum, uçak üzerinde tehdit var” diyerek, uçağı MİT’e satmak istedi ama bu istek MİT tarafından benimsenmedi. Daha sonra aynı amaçlarda kullanılmak üzere başka bir jet uçağı MİT tarafından satın alındı.

Yılmaz biliyordu

Antalya’da yapılan eğitim çalışmaları 4 gün boyunca devam etti.

Öcalan operasyonunu Türkiye’de bu sırada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit,Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Fevzi Türkeri, MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay resmî olarak bilien kişilerdi. Bilgi sızmaması için olağanüstü dikkat sarf ediliyordu. Başbakan Ecevit bu konuda hiçbir sızmanın olmadığını sanıyordu. Ama yanılıyordu. Yanıldığını daha sonra anladı. Olayla ilgili olarak ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın da bilgisi vardı. Yılmaz olayı bildiğini Ecevit’e nasıl aktardığını anlattı:

“Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’la Abdullah Öcalan yakalanmadan iki gün önce yemekteydik.Yemek sırasında Özkan hiç bu konuda konuşmuyor, susuyordu. Ama bir şeyler de var. Halinden belli. Ben şu Öcalan da gelince herşey iyi olacak diye bir şey söyledim. Çok şaşırdı.Bana haber geldi,böyle bir operasyon olacak diye, dedim. Öcalan yakalandığında da Ecevit’e tebrik ziyaretine gittim.”

Ankara sabırsızdı

Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Demirel sürekli olarak operasyonu soruyorlar, sonuç alınıp alınamayacağını merak ediyorlardı.

10 şubat günü Antalya’dan Ankara’ya gelen MİT ekibi, Müsteşar Atasagun tarafından yolcu edildi. Atasagun ekibin içinde belirlenen iki lidere görevi açıkladı. Bunlardan biri uçağın MİT mensubu olan pilotuydu. Pilot aynı zamanda uydu telefonuyla uçaktan sürekli olarak Atasagun’a bilgi aktaracaktı. Olaylarla ilgili gelişmeler ve iletişim konusunda yetkili oydu. Elinin altında her an kullanıma hazır uydu telefon bulunuyordu. Diğer lider ise eski bir askerdi. Emekli albay uzun zamandır MİT içinde görev yapıyordu. O da 7 kişilik ekibin başında bulunacaktı. Atasagun Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilmesi talimatını verdi.Hiçbir şekilde zor kullanılmayacaktı. Ekip kendisini de bu anlamda kontrol edecekti. Öcalan sağ ve salim olarak Türkiye’ye getirilecekti.

10 şubat 1998’de uçak Türkiye’den Öcalan’ı almakla görevlendirilen ekiple birlikte havalandı. İlk rota Mısır üzerinden Uganda’ya göre çizilmişti. Uçakta yolculuğu belgeleyecek video çekimleri yapıldı. Mısır piramitlerinin üzerinden geçerken, üzerinden uçulan ülkelerin kentlerinin hava görüntüleri alındı. Ekip Uganda’ya ulaştığında, Öcalan’ı almakla görevli olan yedi kişi uçaktan hiç çıkmadı. Hep talimat beklediler. Hareketlerine Amerikalılarla birlikte Ankara’dan gelecek emirler yön veriyordu. 10 şubatta Uganda ’ya ulaşan ekip 14 şubat akşamına kadar hep haber bekledi. Bu sırada tam iki kez Öcalan’ın alınması için harekete geçirildi. Ancak Öcalan Kenya’da baskılara karşı direniyordu. Amerikalıların ve Yunanistan’ın bastırmalarına karşın Yunan Büyükelçiliği’ni terk etmiyordu.

14 şubat akşamı uçağa Kenya’nın başkenti Nairobi’ye hareket etmesi emri verildi. 15 şubat pazartesi günü Nairobi’de geçirilecekti.

Uçak hazır

Nairobi Havaalanı’ndaki Türk ekibine öğlenden sonra her an hazırlıklı olması için gerekli talimat ulaştırıldı. Bunun üzerine herkes uçak etrafındaki görev yerine geçti. Sorun çıkması beklenmiyordu.

Akşam 19.20 sularında havalanının özel bölümündeki tel kapıların açıldığı görüldü. Beklenen an gelmişti. Uçağın içindeki ve etrafındaki Türk görevliler hazır bekliyorlardı. Aralarında Amerikalı yoktu. Bütün ekip MİT görevlileri ile asker kökenli kardiyolog doktordan oluşuyordu. Etrafta Kenyalılar bulunuyordu. Ama havaalanında ve Öcalan’ın gelişinde Almerikalılar sıkı bir izleme ve gözleme faaliyeti gerçekleştiriyordu. Amerikalılar Türk görevlilerin sözlerini yerine getirip getirmeyeceklerini merak ediyorlardı.Öcalan sağ olarak Türkiye’ye ulaştırılmalıydı.

Öcalan hiç şüphelenmedi

Öcalan’ı getiren otomobil aprona girdi. Türk ekibini taşıyan uçağın yanına kadar geldi.

Öcalan, Kenyalı yetkilerle birlikte gayet rahat ve neşeli bir biçimde elindeki çantasıyla uçağa doğru yöneldi. Hollanda’ya gideceğini sanmaktaydı. Uçağa şöyle bir göz atmış, ama dikkatini çekecek hiçbir şey görememişti. MİT ekibi nefesini tutmuş olanları izliyordu. Öcalan hızlı adımlarla uçağın merdivenlerine yöneldi. Kapıda duran uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü Türk görevliyi hafif bir gülümsemeyle selamladı. Fizikî görüntüsü Batılıları andıran görevli kendisine gülümseyerek karşılık verdi. Rahat bir biçimde uçaktan içeriye girdi. Hiç şüphelenmemeşti.

Öcalan’ın içeriye girmesiyle, MİT görevlilerinin Öcalan’ın üzerine atlamaları bir oldu.Öcalan bir anda, bir eşya gibi özel bir bant ve kelepçeyle paketlendi.

Abdullah Öcalan uçağın içinde hiç karşı koyamadı. Yere yatırıldığında da, sonrasında da hiç direnmedi.Türk görevliler kendisine karşı zor kullanmadılar.

Elleri, ağzı ve gözleri anında bantlandı.Askeri doktor sağlık kontrollerini yapıyordu. Öcalan iyiydi. Ama yakalandığını anladığında şoka girmişti. Kendisine de bir zarar vermemesi için olağanüstü dikkat gösteriliyordu.

Her dakika kayda geçti

Öcalan uçağa girdiği andan itibaren videoyla kayıt yapılmaya başlanmıştı.Uçak yolculuğu boyunca toplam 90 dakikalık çekim gerçekleştirildi

Öcalan uçağın içinde bir süre “paketlenmiş” olarak tutuldu. Uçak kalkış izni alıp pist başı yaptığında saatler 20.00’yi geçiyordu. 15 şubat 1998 günü Öcalan eldeydi ve Türkiye’ye doğru yola çıkıldı.

Öcalan uçak havalandıktan sonra bir koltuğa oturtuldu. Ellerinde kelepçe vardı. Gözleri ve ağzı bantlıydı.

Önce ağzındaki bant açıldı. Sonra gözlerindeki. Öcalan yakalanmanın şokuyla midesinin yandığını belirten şeyler yapıyordu. Ama konuşamıyordu. Tutulmuştu.

Öcalan’a ne uçağa binmeden önce ne de bindikten sonra uyuşturucu, uyutucu veya bilincini bozacak hiç ilaç verilmedi.

Öcalan korkmuştu. Öcalan’ı sarmalayan özel bantlar çözülürken onlarca arkadaşını PKK’yla mücadelede şehit veren, MİT görevlisi o tarihî sözleri dile getirdi:

“Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin.”

Kenya’dan hareket eden uçak Öcalan’ın söylediklerinin aksine hiçbir yere uğramadan doğruca Türkiye’ye yöneldi. Uçak bunun için seçilmişti zaten. Kenya ekibi Ankara’yla direkt olarak görüşüyordu. Öcalan’ın yakalandığı operasyonu bizzat Şenkal Atasagun yönetiyordu. Atasagun önce operasyonun başarıyla gerçekleştiği mesajını aldı. Ardından da 15 şubatı 16 şubata bağlayan gece Öcalan’ı taşıyan uçağın Türk hava sahasına girmesini bekledi. Amerikalılardan da çek edilmişti, operasyon başarıyla tamamlanmıştı.

Saat 02.00

Öcalan’ı taşıyan uçak hava sahasına girdiğinde (16 şubat 1999) saat 02.00 sularıydı. Şenkal Atasagun sırasıyla Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nı arayarak “Paket geldi” dedi. Bu Abdullah Öcalan’ın yakalanışının habercisiydi. Liderler heyecanlıydı. Ayrıntıları istediler. Operasyonun başarılışı ve uçağın Türk hava sahasında olduğu liderlere tek tek anlatıldı.

Olağanüstü uçuş İstanbul Havalimanı’nda sona erdi. Saat 03.30 sularıydı. MİT’in işi İstanbul’da sona erdi. Bu ana kadar operasyonun içinde bulunmayan askerler devreye girdiler. Öcalan’ı MİT mensuplarından askerler devraldılar.

Bu sırada Kenya, Yunanistan ve Hollanda’da bulunan Öcalan’ın avukatları ile Almanya’daki PKK büroları Öcalan’ın kaybolduğunu veya ele geçtiğini duyurmaya başlamışlardı.”


Ondan sorası malum. Başbakan’ın açıklaması, zafer işaretleri ve yargılama safhası. Öcalan asılsın mı, asılmasın mı münakaşaları, avrupa topluluğuna yeşil ışık, rencide olan şehit aileleri ve gaziler, gösteriler, mitingler.

Bütün bu gelişmeler, “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.

Ne olmuş, ne değişmişti?. Sabrımızın taşması, meşru-müdafa hakkımızın kullanılması için 19 yıl kan akması mı gerekliydi? Yoksa olayın ne kadar ciddi olduğunun yeni mi farkına varmıştık. Neden bu çıkışlar 10 sene, 15 sene önce veya büyük bir katliamdan sonra yapılmadı? Türk İstihbaratı yıllardan sonra Suriye’de Öcalan’ın barınaklarını saptamış ve kontrol altına almıştı. Bataklık tespit edilmiş, kurutulması an meselesiydi. MİT içinde Öcalan’a karşı başarılı aktif faaliyet yürüten bu kadro neden birden bire dağıtıldı. Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra Rusya gibi bir ülke onu himayesine alıp Suriye emsali “burada yok, isterseniz heyet yollayıp kendiniz bakın” deseydi ne yapacaktık? 19 yılın çalışmasını sıfırlayıp, yeniden yıllarca yerinin tespitine mi çalışacaktık? Amerika destek vermeseydi, gelişmeler ne şekilde olurdu? Öcalan’ı kendi imkanlarımızla, milli operasyonlarımızla yakalayıp getirebilir, zafer işaretleri verebilir miydik? Banka olaylarının gündemde olduğu bir tarihte neden Cavit Çağlar’ın uçağı? Amerika neden daha önce destek vermedi de simdi verdi? Kuzey Irak’taki yeni yapılanma ile Öcalan olayı arasında bir münasebet var mı?


İşte bu sualler, yeni bir suali: “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.