Mete Bey'in Günlüğü 03 - Mete Bey Her Yerde
[ 31/8/2001 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Mete Bey 1982 yılının ortalarında Ermenilere karşı faaliyetleri planlarken yine aynı masada oturuyordu.

Projesinin ana hatlarını “günlüğüne” yazmadan önce, önündeki listeyi gözden geçirdi.
Ermeni terör örgütlerinin Türk kuruluşlarına ve görevlilerin


Mete Bey 1982 yılının ortalarında Ermenilere karşı faaliyetleri planlarken yine aynı masada oturuyordu.

Projesinin ana hatlarını “günlüğüne” yazmadan önce, önündeki listeyi gözden geçirdi.

Ermeni terör örgütlerinin Türk kuruluşlarına ve görevlilerine yönelik faaliyetleri 1973’de başlamıştı. Gerçi, 27 Ocak 1973’de Los Angeles’de 78 yaşındaki Amerikan uyruklu Ermeni Gurgen (Karakin) Yanıkıyan’ın, “Abdülhamit'e ait bir tabloyu Türkiye'ye armağan etmek istediğini” bildirerek, Santa Barbara'daki Baltimore Oteline davet ettiği Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir’i, silahla şehit etmesi, münferit bir olay gibi gözüküyordu ama Mete Bey, 78 yaşındaki Ermeni’nin kininin, Ermeni terörünü ateşleyen ilk alev olduğu kanaatindeydi.

Nitekim, örgütlenmeleri tamamlandıktan sonra, cinayetler zincirini başlatan ilk eylem Lübnan Beyrut’ta patlak vermişti. 20 Şubat 1975 Beyrut (Lübnan) THY bürosu bombalandı. Olayı, Gizli Ermeni Ordusu Esir Yanikiyan Gurubu üstlendi. Olay yerine bırakılan mektupta, "Ermenilerin haklı davasında emperyalistlere karşı mücadele edileceği, eylemlerin Türkiye, İran ve ABD'yi hedef alacağı, bu bombalama eyleminin de bir başlangıç olduğu" bildiriliyordu.

Mete Bey, 1974-78 arasında Almanya’da legal rezident olarak görev yaptığında, dışişleri personelinin Ermeni terörü dolayısıyla çektiği sıkıntıyı bizzat görmüş ve yaşamıştı.

Gerçi Almanya’da her hangi eylem olmamıştı ama, Viyana’da Büyükelçiliğin basılarak Büyükelçi'nin şehit edilmesi, Paris’te Büyükelçi İsmail Erez ve makam şoförü Talip Yener’in, Seine Nehri üzerindeki pusuya düşürülmesi, Beyrut’ta Büyükelçilik Başkatibi Oktar Cirit’in bir salonda otururken taranması, Vatikan Büyükelçisi Taha Carım’ın, büyükelçilik ikametgahının önünde teröristin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirmesi, Madrit Büyükelçisi Zeki Kuneralp'in makam aracına teröristlerce yapılan silahlı saldırı neticesinde arabada bulunan büyükelçinin eşi Necla Kuneralp ile emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve İspanyol asıllı makam şöförü Atonyo TORRES’in hayatlarını kaybetmeleri gibi olaylar, dış temsilciliklerdeki bütün diğer görevliler gibi Almanya’dakileri ve ailelerini müthiş tedirgin ediyordu.

Mete Bey’i, her yeni olayla birlikte, gittikçe büyüyen bir öfke basıyordu. Türkiye bu Ermeni teröristlere layık oldukları cevabı vermekten aciz miydi? Neden bir şeyler yapılmıyordu?

Mete Bey’in o tarihlerde tanıdığı “Gümrükçü” de aynı düşüncedeydi. “Bize görev verin, bunları hallaç pamuğu gibi atalım, işi bitirelim” diye onu tahrik ediyordu.

Mete Bey karargaha düşüncelerini yazmış ama her zamanki üslupla “görevinizi size verilen talimatlar çerçevesinde devam etmeniz uygun görülmüştür” mealinde bir cevap almıştı. Yani karargah kısaca, “ukalalık etme, bize işimizi öğretme, sen verilen görevleri yerine getir” demek istiyordu.

Mete Bey, görev süresi bitip dönerken “acaba sürpriz bir tayin olur mu?” diye düşünüyordu. Gerçi bir sene kadar önce gelen, İstanbul’un yeni patronu “Nuri Baba”, bir İstanbul ziyareti sırasında ona “seni İstanbul’a alacağım” demişti ama Mete Bey yine de bir sürpriz olabileceğini düşünüyordu. Genelde yurt dışından gelenleri Anadolu’ya tayin ediyorlardı.

Mete Bey’in korktuğu olmadı ve Nuri Baba, ender olarak yaptığı bir şekilde sözünü tuttu. Ankara’yı ikna etmiş ve Mete Bey’i İstanbul kadrosuna almıştı. Mete Bey artık İstanbul’daki bütün takip ünitelerinin başıydı.

Nuri Baba ile Mete Bey iyi anlaşmışlardı. Nuri Baba, sık sık Mete Bey’in bürosuna geliyor, bahçede bulunan çardağın altında oturup kahve içerken sohbet edip günlük işlerden konuşuyorlardı. Mete Bey, Nuri Baba’nın aklını “şeytana küllahını ters giydiren” bir şekilde kullanmasından hoşlanıyor, Nuri Baba da onu “deli-dolu” tavırları dolayısıyla seviyordu. Nuri Baba’nın en hoşuna giden Mete Bey’in eski amirleri için ileri geri, hatta bazen küfre kaçan konuşmalarıydı. Onlar, kendisinin de teşkilat içinde rakibi olduğu için bundan çok zevk alıyor, kahkahalarla gülüyordu. Artık Mete Bey onun sağ kolu olmuştu.

Şubat 1979’un ilk günü, İstanbul’da büyük bir gazetenin genel yayın yönetmenliğini yapan Abdi Bey’in öldürülmesi olayı Türkiye’yi ayağa kaldırmıştı.

Nuri Baba, Abdi Bey’i hiç sevmiyordu. Bir kaç kez “yayının yapılmaması” ile ilgili küçük ricalarını dikkate almamıştı. Bununla birlikte “bu işin çözülmesinin” pozisyonunu kuvvetlendireceğini biliyordu.

Teknik ünitenin amiri ile Mete Bey’e talimat verdi. Bütün şüphelilerin telefonları ve kendileri takibe alınacaktı.

Öncelikli şüpheliler gazeteyi satın almak isteyenlerdi. Gazeteyi almak isteyenlerden DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları) zaten kontrol altında tutulan bir hedefti. Her yere “derin kök” salmış olan Malatyalı işadamı Kemal’de önemli derecedeki şüpheliler arasındaydı. O zaten Arap ülkeleri ile içli dışlı olan bir kontrespiyonaj hedefiydi.

Nuri Baba, Abdi Bey’in cinayetinin tahkikatını, bu konuda uzman bir çok eleman olmasına rağmen Mete Bey’e vermişti. Mete Bey, Abdi Bey’in eşi ve sekreteri Melek hanımla ve diğerleri ile konuşup bir ip ucu yakalamaya çalıştı, ancak bu soruşturmalardan fazlaca bir netice alınamadı.

Teknik takip, imdada yetişti ve Mehmet Ali Ağca isimli fail yakalandı. Mete Bey, ilk günkü sorgulara katılmış, Mehmet Ali’nin ifadeleri bulunan videoları alarak merkeze dönmüştü. Nuri Baba ile çardakta oturup videoları seyrettiler. Nuri Baba ifade veren Ağca’ya bakıp “Yahu bu adam solcu ağzı ile konuşuyor, bu ne biçim Ülkücü” diye mırıldandı.

İçişleri Bakanı Güneş, Ağca soruşturması ile bizzat meşgul oluyordu. Herhalde kulağına bazı şeyler fısıldanmış olacak ki Emniyet Müdürü Hayri Bey’e MİT’çilerin sorguya alınmaması talimatını verdi. Nuri Baba buna çok içerlemişti. “Bu Güneş’e bir ders vermek lazım” diye düşündü. Ve zamanı gelince dersini verdi.

10 EYLÜL 1979 - MALTEPE ASKERİ CEZAEVİ HATIRASIAğca, Kasım 1979’da Maltepe Askeri cezaevinden kaçarken, Mete Bey de önemli bir operasyonel çalışma için hazırlıklara başlamıştı.

Operasyonun hedefi, “Ermeni Terör Örgütleri” idi. Operasyon çok gizli tutuluyordu. Bu nedenle Mete Bey’in, “teşkilat’ta bir istikbal göremediği için ayrıldığı” bilgisi yayıldı. Kağıt üzerinde formalite işler de tamamlandı.

Herkes birbirine soruyordu, Nuri Baba’nın sağ kolu, ne olmuştu da en gözde olduğu bir devrede birden bire ayrılıvermişti. Yoksa araları mı bozulmuştu? Yok canım, son ana kadar araları gayet iyiydi, herhalde Mete Bey, parası yüksek bir iş bulmuştu....

Teşkilat’ın asli mensupları bilmiyordu ama, teşkilata yakın olan büyük bir seyahat acentesi sahibi ile baş ajan “Gümrükçü”nün olaydan bilgileri vardı.

Kimse, Mete Bey’in nerede olduğunu bilmiyordu. Ortalardan kaybolmuş, yakın dostlarını bile aramıyordu. Kimilerine göre yurt dışındayken Almanya’da işini ayarlamış ve oraya gitmişti.

Mete Bey’in teşkilattan sözde ayrılışından ve operasyonun başlamasından sonra iki ay kadar geçmişti ki, 13 Mayıs 1981 günü, bütün dünyayı sarsan önemli bir suikast teşebbüsü oldu.

Cezaevinden kaçan Ülkücü Ağca, Vatikan’da bir tören sırasında tabanca ile ateş ederek Papa John Paul II’ü öldürmeye teşebbüs etmiş, ancak yaralayabildikten sonra, kaçarken yakalanmıştı.

PALMA MALLORKA'NIN SEMBOLÜ "PALMA KATEDRALİ"Araştırmacı gazeteci Mumcu, olayı aydınlatmak için israrla Ağca’nın izini sürüyordu. Mumcu, İtalyan savcılardan Ağca’nın eylemden önce İspanya’nın Mallorka (Palma Mallorca) adasına gittiğini öğrenmişti.
Ağca burada, 25 Nisan tarihinden 9 Mayıs 1981 tarihine kadar, yani iki hafta kalmıştı


PALMA MALLORCA_FLAMBOYAN OTELMumcu, Mallorca adasına giderek, adada araştırma yaptı, Ağca’nın kaldığı Flamboyan oteline giderek kaldığı odaya kadar baktı, otel yetkilileri ile, garsonlarla görüşüp bir şeyler öğrenmeye çalıştı.
Mumcu, Ağca’nın buraya muhakkak bir gaye ile geldiğine inanıyordu. Birileri ile temas etmiş olması lazımdı. Ama kim?

Mumcu, Mallorka’da Ağca’nın gizli faaliyetinin izlerini ve suallerinin cevaplarını bulamadı ama önemli bir başka gizli faaliyeti açığa çıkardı:


Garip bir tesadüf eseri Mete Bey Mallorka’daydı. “Otoban” isimli hediyelik eşya satan bir kuruluşun, müdürlüğünü yapıyordu... (Devam Ediyor)