Tarihin En Büyük Soygunu mu?
[ 15/4/2001 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Para ve Halkın Geleceği İle Oynayanlar -
Dünkü gazetelere göz gezdirirken Akşam Gazetesi yazarlarından Şakir Süter'in 'Liranızı dövize çevirin efendim!' başlıklı yazısı ilgimizi çekti:

"Kent: Ankara... Mekan: Bir kamu bankası genel müdürünün özel


Para ve Halkın Geleceği İle Oynayanlar

Dünkü gazetelere göz gezdirirken Akşam Gazetesi yazarlarından Şakir Süter'in 'Liranızı dövize çevirin efendim!' başlıklı yazısı ilgimizi çekti:

"Kent: Ankara... Mekan: Bir kamu bankası genel müdürünün özel kalemi. Tarih: 16 Şubat Cuma/2001.. Saat: 10.45...

Özel kalemde, genel müdürle görüşmeyi bekleyen dört kişi var. Özel kaleme girmeden, kapı önünden haber gönderip randevu talep eden bir de gazeteci vardır.


Dolarda bir 'kıpraşma' var
Genel müdüre bir telefon bağlanır ama hoparlör açık kalmıştır. Genel müdürün konuşmasını, özel kalemdeki herkes duymaktadır.

- Efendim, saygılar. Dolarda bir 'kıpraşma' var. Yani devalüasyon efendim. Bankamızın Şişli Şubesi'ne bir zahmet gidip, TL hesabınızı dövize çevirseniz.

- .....!

- Efendim, İ.K. beyfendiye de siz bir zahmet haber verebilir misiniz?

- .....!

- Saygılar sunar, emirlerinizi beklerim efendim. Tenis maçlarınız iyi gidiyordur inşallah...

Genel müdür, aynı amaçla 10'u aşkın telefon görüşmesi yaptıktan sonra, özel kalemdeki konuklarını kabul eder. Onların yanında da dostlarına, benzer uyarıları yapmayı sürdürür:

- Liranızı dövize çevirin efendim!

Sonra da, konuklarına döner:

- Siz de mevduatlarınızı dövize çevirin!

Denizlili bir sanayici olan konuklarından biri 'ama sayın genel müdürüm' der:

- Benim döviz borçlarım var.
- Sen de, borçlarını hemen öde o zaman!

Bu arada, bankanın kambiyo müdürünü çağırmıştır genel müdür:

- .... Bey, şu listeyi alın. Ve derhal, bu listede adı geçen kişilerin Türk Lirası hesaplarını bugünkü kurdan Dolar ya da Mark'a çevirin!

Genel müdür o gün, o kadar yoğundur ki... Bazı randevularını iptal edip, öğle yemeğini de makamında yer.


Tarih 16 Şubat 2001
Tarihe bir kez dikkat çekmek isteriz: 16 Şubat 2001... Yani 'Kara Çarşamba'ya dört gün kala! Türkiye'nin bir gecede yüzde 40 fakirleştiği... Ama birilerinin -bu genel müdür ve onun gibiler sayesinde- servetlerinin katlandığı gün!

Yukarıda yazdıklarımızın eksiği var, kesinlikle fazlası yok! Kaynağımız çok sağlam ama izin vermedikçe, adını açıklamamız mümkün değil. 'Devalüasyon öncesi nereye kaçtı bu ülkenin dövizi' diyerek samimiyetle araştırma yapanlara duyurulur..."



Taksim Meydanında Asmalı
Gündemdeki isim "Kara Çarşamba'dan sonra istifa eden eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel.

Yeni Vatan isimli İnternet gazetesi sömürüye neden olanları şiddetle kınıyor ve vatan hainliği ile suçluyor:

"4 bankaya döviz kıyağı iddiası doğru ise bunların hepsinin vatana ihanetten Taksim meydanında "ASMAK" gerekir "ASMAK".

Merkez Bankası'nın, dalgalı kura geçilmeden bir gün önce 4 bankaya eski kurdan, büyük oranda döviz verdiği belirlendi. Yeni Şafak Gazetesi "Krizin patlak verdiği ve doların 1 milyon liraya eşitlendiği günden iki gün önce Halk Bankası'ndaki 52 milyar liralık TL hesabını dolara çevirdiği ortaya çıkan Gazi Erçel şimdi de istifa etmeden önce Merkez Bankası'ndan bazı bankalara eski kurdan 3.5-4 milyar dolar verdiği için köşeye sıkıştı. " haberi verdi. Yeni Vatan Gazetesi bu iddia doğru çıkarsa bunları yapan, peşkeş çekenlerin ve göz yumanların hepsini Taksim meydanında "ASMAK" gerektiğini savunuyor"

Belki sıkıntı içindeki halkın büyük bir oranı da Yeni Vatan Gazetesinin düşüncesinde...

Asmak değil ama, bu sömürünün durdurulmasını ve sorumlularının adalet önüne çıkarılmasını biz de istiyoruz.


Çifte Standart
Sokaklara kadar dökülen tepkiler bu kadar şiddetli iken bazı gazetelerdeki köşe yazarları tam tersine bir havada..

Merkez Bankası Başkanı'nın krizden iki gün önce parasını dolara çevirmesi suretiyle elde ettiği gelirin "kara para olup olmadığını" tartışıyorlar. "Türkiye'de inanılmaz bir 'şahsi yargılama' devri başladığını, Bankacılıkta gizliliğin esas olduğunu, kimsenin kimseyi suçlamaya hakkı olmadığını ve bir eylemin suç olduğuna ancak mahkemelerin karar verebileceğini, Gazi Erçel'in bankadaki parasını dolara çevirmesinin sızdırılmasının, 'mahremiyet ihlali' olduğunu, Erçel'in yaptığı işin ahlaki yanı ne kadar tartışmalı olursa olsun, bu mahremiyeti ancak ve ancak yargının aralayabileceğini" söylüyorlar.

Tamam hepsi güzel doğru da, 1994'deki devalüasyonda, medyatik bir siyasi linç havası yaratıp, "Yalı Komşusu Köşeyi Döndü" başlıklarını aynı gazeteler atmamışlar mıydı? Ne çıktı, hiç bir şey...

Uzağa gitmeye gerek yok. Yıllardan beri yolsuzluk ve organize suç ile mücadele eden bize "mafya işbirlikçisi, çete reisi" yaftasını yapıştıran aynı "yargısız infaz" sistemi değil mi?

Bu sözlerde samimiyet değil, çifte standart ve bir telaş havası görüyoruz.


Merkez Bankası mı, Millet mi?
Mesut Yılmaz'a yakın bir köşe yazarı bakın neler yazmış:

"Merkez Bankası Yıpratılıyor. Sadece kamu bankaları değil, Merkez Bankası da son dönemde, cinnet halinde yıpratılmaya çalışılıyor. Aynen 1994 krizinde olduğu gibi ‘‘Kime, hangi kurdan ne kadar döviz satılmış’’ muhabbeti yine başladı. Açıklama yapıldı; 84 banka ve aracı kuruma, 19-20 ve 21 Şubat'taki kriz sırasında net olarak 5 milyar dolar satılmış, bu sırada döviz alımı da yapılmış, satımı da..."

"Merkez Bankası" bu milletin, bu halkın bankası değil mi? Merkez Bankası'nın yıpranması, bu milletin, bu halkın yıpranmasından, insanların her gün bir başkası ortaya çıkan "yolsuzluk eziyeti" altında kıvranmasından, daha mı önemli?

Bu yolsuzluğu ört bas etmenin bir şekli. Gerisi bahane.

Yakın tarihimize bakarsak, iz bırakan 1958, 1970, 1980 ve 1994 devalüasyonları var. Geçmişteki devalüasyonların, siyasette kabuk değiştirmeye, muhtıralara, askeri darbelere zemin hazırladığı bir gerçek. Nitekim, 1958 devalüasyonundan sonra 1960 ihtilali olmuş, 1970 devalüasyonundan sonra ise 1971 muhtırası verilmiştir.

Aynı zamanda büyük oranda devalüasyon içeren 24 Ocak 1980 kararlarından sonra ise 12 Eylül 1980 darbesi yapılmıştır.


Yalı Komşusu veya "Yalı Çetesi"
1994 devalüasyonu ise bir ihtilal veya askeri muhtıra neticesi doğurmadı. Yukarıda da belirtildiği gibi, sadece medya kanalıyla yürütülen bir siyasi linç hareketini başlattı. Devalüasyon öncesi, Merkez Bankası tarafından satılan dövizlerin tamamının, zamanın Başbakanı Tansu Çiller'in yalı komşusu olan ve medya tabiri ile "Yalı Çetesi" mensubu Mehmet Üstünkaya tarafından alındığı iddia ediliyordu.

Bu iddianın gerisi gelmedi. Mehmet Üstünkaya bir yıl kadar önce, yine basında yer alan haberlere göre geride bir sürü borç bırakarak öldü, ailesi borçları karşılayamayacağı için mirasını reddetti.

O tarihte, aynı zamanda mesleki nedenlerle, biz de bu devalüasyondan kimin menfaat sağladığını merak ediyorduk. Bildiğimiz bazı ekonomi uzmanları, "Eğer bu devalüasyondan kimlerin kazanç sağladığı ortaya çıkarılmak isteniyorsa, devalüasyon öncesinde Merkez Bankasından döviz alan bankalar açıklanır. Daha sonra, bu bankalar, satın aldıkları dövizleri kendi ihtiyaçları için mi, yoksa müşteri talebi için mi aldıklarını açıklarlarsa, mesele kökünden aydınlanır, çözülür diyorlardı. Zamanın Başbakanı Çiller de, "Merkez Bankası, hangi bankalara döviz sattığını açıklasın" mealinde beyanlarda bulundu.

O tarihteki Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin'di. Gültekin, böyle bir açıklama "bankacılık sırrı kapsamına girer, açıklayamam" diye reddetti.

Sadece "bankacılık sırrına" çok özen gösteren, diğer sırlara pek itibar etmeyen medyamız da aynen bugünkü gibi "bankacılık sırrı" kavramına sahip çıkarak bu açıklamanın yapılamayacağını savunuyordu.

Merkez Bankası'nın müşterisi, bankada mevduatı olan şahıslar değildi. Merkez Bankasına para alıp satan bankalardı. Merkez bankasının alış-verişi, yıl sonunda bilançosunda gözükmüyor muydu sanki?

Neticede bu tartışma, Merkez Bankası Başkanı'nın görevinden ayrılması ve hükümet sözcüsünün de Merkez Bankası'ndan devalüasyon öncesi döviz alan bankaları açıklaması ile neticelendi. Turgut Yılmaz'ın ortakları arasında olduğu belirtilen Tekstil Bank, devalüasyon öncesi en fazla döviz alan bankalardan biri idi.

Neticede muhalefet ve iktidarın karşılıklı suçlamalarından sonra olay kapandı gitti.


Tarihin En Büyük Soygunu mu?
Gelelim 22 Şubat 2001 tarihli devalüasyona. Uzmanlara göre, bu devalüasyonun diğerlerine oranla çok farklı yönleri var. En kayda değer yönü ise Merkez Bankası'nca devalüasyon öncesi satılan döviz miktarının büyüklüğü. Bu miktarın 5 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor.

Şimdi devalüasyondan hemen önce yapılan bu satışla ilgili aklımıza gelen soruları sıralayalım:

Bu beş milyar doları hangi bankalar satın aldı? "84 banka ve özel finans kurumu aldı" denmesi, olayı sulandırmaktan başka bir şey değildir. Zira hangi bankanın ne miktarda aldığı önem taşır. Önemli olan rutin alışlar değil, dikkat çekici ani yükselişlerdir.

Döviz alımında bulunan bu bankalar, karşılığı Türk lirasını kendi kaynaklarından mı temin ettiler, yoksa direkt olarak Merkez Bankasından veya dolaylı olarak bir kamu bankası kanalıyla yine Merkez Bankasından mı temin ettiler? Yani hiç paraları yokken, siyasi iktidara yakınlıkları nedeniyle Merkez Bankasından elde ettikleri direkt ve dolaylı Türk lirası ile dönüp Merkez Bankası'ndan döviz mi aldılar?

Bankalar bu operasyonu kendileri için mi, yoksa müşterileri için mi yaptılar?

Merkez Bankası Başkanının, devalüasyondan bir-iki gün öncesinde başlayan yüksek döviz taleplerini, asgari seviyede tutmak ve devletin zararını azaltmak imkanı var mıydı?

Merkez Bankası'nın, bazı bankaların son anda yüksek döviz talebini sağlamak için, dalgalı kura geçme kararını bir-iki saat uzattığı ve karardan hemen bir saat önce, medyaya yakın bir bankanın çok yüksek miktarda döviz alışı yaptığına dair ciddi iddialar var. Karar alınmadan birkaç saat önce böyle satışlar yapılmış mıdır?

Bu suallerin cevabı muhakkak açıklanmalıdır. Bankalar döviz alışını müşterileri için yaptılarsa şimdilik müşteri isminin bilinmesine lüzum yoktur. Tablo ortaya çıktıktan sonra, gerekirse adli makamlar, "bankacılık sırrının" mahremiyetini yargı yoluyla aralayabilirler.

Kulağımıza gelen fısıltılar, son krizin, aynı zamanda "Cumhuriyet tarihinin en büyük vurgunu" olduğu yolunda. Bu bakımdan "banka sırrı" kavramına sığınanlara şunu belirtmek istiyoruz. Bizim görüşlerine müracaat ettiğimiz uzmanlar, "banka sırrı kavramının" sadece vatandaşın mevduatı ile sınırlı kalması gerektiği kanısındalar.

Banka sırrı, deyip duruyorlar da, bu adı çıkan dört banka ile ilgili teferruat nereden geliyor? 250 trilyonluk hazine ihalesine girip, devalüasyon günü son anda teminatını yakarak "bono" alımından vazgeçen ve döviz alımına yönelen banka bilgileri nasıl ortalara çıkıyor, gazete sayfalarında yer alıyor? Yoksa onlar sisteme dahil değil mi?

Diğer yandan, eğer mevzuatta, devletimizi ve milletimizi temelden etkileyen bu büyüklükteki bir yolsuzluk iddiasının aydınlanmasını "bankacılık sırrı" gibi bir mütalaa ile engelliyen yönler mevcutsa, konunun değerli hukukçuların görüşleri ile ve iki satırlık bir yasa ile halledilebileceği düşüncesindeyiz.


Yanlış anlaşılmasın. Konuyu çok iyi bilen uzmanlar varken finansal ve mali konularda yazı yazmak, ahkam kesmek haddimize değil. Ekonomi uzmanı değiliz ama yolsuzluk ve örgütlü suç konularında epeyi uğraşımız oldu. Rengi de, şekli de değişse onlar bizim gözümüze çarpıyor...