Susurluk'un Medya Perdesi 02
[ 18/7/2000 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Aynı gazete, yayınladığı bir başka haberde CIA bağlantısının yanısıra İsrail bağlantılı Amerikan şirketlerinin de Türkiye’deki gelişmeleri ve (başta Kafkasya’daki Türk cumhuriyetlerine yönelik politikalar...

S. Kamil Yüceoral

Aynı gazete, yayınladığı bir başka haberde CIA bağlantısının yanısıra İsrail bağlantılı Amerikan şirketlerinin de Türkiye’deki gelişmeleri ve (başta Kafkasya’daki Türk cumhuriyetlerine yönelik politikalar olmak üzere) dış politikayı yönlendirdiğini, bunu da Başbakan Başdanışmanı Süleyman Kamil YÜCEORAL vasıtasıyla yaptığını iddia etmiştir. [Aydınlık, 15.12.1996]

Haberde, ayrıca, “Green Card” sahibi olduğu öne sürülen emekli yüzbaşı YÜCEORAL’ın denetiminde olan Hoşdere Caddesi’ndeki ve ÇİLLER’in yabancı uyruklu danışmanlarının çalıştığı Koza Sokak’taki Başbakanlık ek binalarının, CIA’nin “Orta Asya İstasyonu” gibi çalıştığı öne sürülmüştür.

ERBAKAN’ın başbakanlığa gelmesiyle YÜCEORAL’ın görevden alınmadığının işaretlendiği haberde, YÜCEORAL’ın görevleri arasında Bağımsız Türk Toplulukları Başmüşavirliği, Yurtdışı Vatandaş Konuları Müşavirliği, Tanıtma Fonu Başbakanlık Temsilciliği ve ERBAKAN’ın Başbakanlık görevine gelmesiyle atandığı Birinci Kaynak Paketi Koordinatörlüğü görevleri sayılmıştır.

YÜCEORAL’a Türk Dışişleri tarafından kırmızı pasaport verildiğinin de belirtildiği haberde, kendisinin Örtülü Ödenek ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndaki trilyonlarca liranın dış Türklere dağıtılmasından sorumlu olduğu ileri sürülmektedir.

Haberde, ayrıca YÜCEORAL’ın kayınpederinin Özbek asıllı bir ABD vatandaşı olduğu belirtilmiş ve CIA hesabına Rusya sorumluluğu ve Ankara’da çeşitli görevler yaptığı iddia edilmiştir.

YÜCEORAL’ın bir “İsrail aşığı” olarak nitelendiği haberde şu ifadeler kullanılmıştır: “YÜCEORAL, geçen yıl suikast sonucu ölen İsrail Cumhurbaşkanı İzak ŞAMİR için İsrail Büyükelçiliğini ziyaret etti. Açılan taziye defterine şu satırları kaleme aldı: ‘ ‘Onları öldürüp yok edeceksiniz’ diyenlere karşı Onları yaşatıp var edebilme savaşı veren ve bu yolda hayatını kaybeden kahraman insan! Sen ruhunu yücelttin...Allah kalanlara da aynı şerefi bağışlasın. Amin.’

Bu tür İsrail sevgisi dolu metinlere ancak Yahudi öğretisi Zohar ya da Talmud metinlerinde rastlanabilir.

YÜCEORAL’ın İsrail konusundaki hassasiyeti konumu gereği. Çünkü, ABD, Türkiye’ye verdiği Orta Asya’daki taşeronluk görevinin (Türk cumhuriyetlerinin serbest piyasaya geçişi ve ‘demokratikleşmeyi hızlandırma’), İsrail’le birlikte yürütülmesini istiyor.

ÇİLLER’in Başbakanlığı, YÜCEORAL’ın koordinatörlüğünden sonra, Orta Asya’ya yönelik ticari ve sınai faaliyetlerde İsrail bağlantılı ABD şirketlerinin öne geçtiği saptanıyor.

Aydınlık gazetesi Başbakanlık Başmüşaviri Kamil YÜCEORAL’ın Azerbaycan darbesindeki rolünü saptadı. CIA’nin güdümünde düzenlenen darbenin Başbakanlık’taki ayağı Dış Türkler Koordinatörü Kamil YÜCEORAL’dı.

YÜCEORAL ÇATLI ekibinin koordinatörlüğünü yapmakta idi. ÇATLI’nın yerine geçen Haluk KIRCI da, YÜCEORAL’ın denetimindeki Nahçıvan CIA üssünde bulunuyor.”

Fettullah Gülen ve Raşit Dostum

Aynı haberde ayrıca YÜCEORAL’ın Fethullah GÜLEN’le yakın ilişki içinde olduğu ve Orta Asya’da Fethullah Hoca cemaatine bağlı okulların açılmasında etkili olduğu iddia edilmekte, ayrıca Afganistan’daki Özbek lider Abdül Raşit DOSTUM’la da yakın temas halkinde bulunduğu öne sürülmektedir.

Haberde, bu ilişki ile ilgili olarak şu iddialar bulunmaktadır: “YÜCEORAL’ın Afganistan’da Özbek General Raşit DOSTUM’a 3 milyon dolar gönderdiği, bunun bir milyon dolarını bizzat kendisinin teslim ettiği öğrenildi.

YÜCEORAL, kalan iki milyon doları repoya yatırmış. Ancak DOSTUM’un geçen yaz Türkiye’yi ziyareti gündeme gelince alelacele göndermiş. General DOSTUM ABD’nin Orta Asya’ya ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı kullandığı bir koç başı niteliğinde. ABD bir yandan Pakistan’daki uzantıları eliyle TALİBAN’ı desteklerken, Türkiye’deki uzantısı ÇİLLER kanalıyla General DOSTUM’u el altında tutuyor.”

Haberde YÜCEORAL tarafından kaleme alındığı iddiasıyla üç rapor metni yayınlanmıştır. Birinci rapor, 21 Mart 1994’ tarihli olup, Ayvaz GÖKDEMİR’e sunulmuş, raporda DOSTUM’a Türkiye tarafından yapılan para yardımının nedenlerini anlatılmıştır. Raporda yardımın DOSTUM’un emrindeki subaylara maaş ve eğitim verilmesi amacıyla kullanıldığı belirtilmiştir.

İkinci rapor ise, Namık Kemal ZEYBEK’e 21 Ocak 1996 tarihli bir rapordur. Bu raporda YÜCEORAL Rusya’da, Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarına uygun “Rusya Müslümanlar Birliği” adlıyla kurulan bir siyasi partinin desteklenmesine yönelik ifadeler kullanmıştır.

25 Mayıs 1996’da gene YÜCEORAL tarafından RP’li Devlet Bakanı Fehmi ADAK’a sunulduğu iddia edilen üçüncü raporda ise, Afganistan Hizb-i İslami Partisi lideri HİKMETYAR’ın, DOSTUM ve TALEBAN’ın onayıyla planlanan boru hatlarından rahatsız durumdaki İran ve Rusya’dan destek aldığı, ABD’nin ise DOSTUM’un desteklemesinden yana olduğu ve DOSTUM’un acil lojistik ve maddi desteğe ihtiyaç duyduğu belirtilmektedir.

CIA’in Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’nde sabotajlar tertiplediği, bu tertibin merkezindeki ismin YÜCEORAL olduğu, sabotajlarda JİTEM subayları ve Nizam-ı Alem Ocakları militanlarının kullanılacağı ve sabotaj timinin General DOSTUM’un yardımlarıyla Afganistan’dan Çin’e geçirilmesinin planlandığı öne sürülen haberde, tertibin 27 Ekim 1996 tarihli Aydınlık’ın yayını üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı KARADAYI tarafından durdurulduğu iddia edilmiştir.

Telefon Dinleme Ekibi

Haberde, telefon dinlenmesi olayında ÇİLLER tarafından MİT’e yerleştirildiği iddia edilen Tolga ATİK’in önemli işlevi olduğu, Başbakanlık’a ait Koza Sokak’taki ek binanın CIA hizmetinde olduğu, bu binada ÇİLLER’in yabancı danışmanları Bob SQUIRE, Jay KRIGEL ve David BARCHARD’ın (Ingİlİz vatandaşı) da bulunduğu, bu kişilerin Türkiye’deki telefon konuşmalarını dinlediği ve kriptolu resmi telefon haberleşmelerini dahi çözdüğü, durumun ABD basınında yeraldığı öne sürülmüştür.

Radikal gazetesinde bu iddialarla igili olarak çıkan haberde YÜCEORAL hakkında Başbakan ERBAKAN’ın talimatıyla soruşturma açıldığı belirtilmiş. [Radikal, 18.12.1996]

Nole Baba Vakfı

Aydınlık gazetesinde çıkan bir haberde ise, TALEBAN’a 8 Stinger füze ve rampasının tesliminin YÜCEORAL aracılığıyla gerçekleştiği, YÜCEORAL’ın CIA denetiminde çalışacağı iddia edilen, merkezi Antalya’da bulunan ve resmi amacı “Anadolu’nun barış, kardeşlik ve hoşgörü anlayışı ile kültürünü ulusal ve uluslararası alanda yaygınlaştırmak” olan “Noel Baba Vakfı”nı kurduğu, vakfın kurucuları arasında Cengiz ÇANDAR, Ermeni asıllı Türkiye vatandaşları Pandeli VİNGAS, Nazaret ÖZSAHAKYAN ve İshak HALEVE’nin bulunduğu belirtilmekte, YÜCEORAL hakkında soruşturmanın başlamasını müteakip YÜCEORAL’ın görevden alındığı ve YÖK’e kaydırıldıği ifade edilerek, YÖK’te ise Fethullah GÜLEN’i temsil edeceği öne sürülmektedir. [Aydınlık, 22.12.1996. (Aydınlık gazetesinin aynı sayısında yayınlanan bir başka haberinde ise, yukarda “ÇİLLER’in yabancı danışmanları” olarak adıgeçen KRIGEL ve BARCHARD hakkında CHP Milletvekili Fikri SAĞLAR’ın hazırladığı soru önergesine, Dışişleri Bakanlığı’nın verdiği yanıtları yayınlanmış, bu yanıtlarda KRIGEL ‘in Abernathy MacGregor Group’un bir müşaviri olduğu, anılan firmanın Dışişleri Bakanlığı’na iletişim konuları ve programları hakkında stratejik tavsiye ve bilgi ile, ABD ve Avrupa’daki genel iletişim plan ve belirli iletişim projelerinin geliştirilmesinde yardım sağlamak amacıyla kiralandığı, ayrıca firmanın TC Hükümeti için çalışan çeşitli danışmanlık firmaları tarafından yürütülen iletişim faaliyetlerini koordine etmede yardımcı olmasının planlandığı, BARCHARD’ın ise, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ndeki görevinin 31 MART 1996’da sona erdiği, adıgeçenin halen Dışişleri Bakanlığı’na yabancı uzman statüsünde Türkiye’nin imajını etkileyen öncelikli konular, basınla ilişkilerin geliştirilmesi, medya teknikleri konusunda eğitim, bir PR (halkla ilişkiler) ve medya elkitabı hazırlanması, Türkiye’yi etkileyen medyadaki gelişmelerin değerlendirilmesi, bölgesel kuruluşlar ile önemli ülkelere ilişkin PR stratejisi geliştirilmesi konularında danışman olarak hizmet verdiği belirtilmiştir. Haberde SQUIRE’ın ise, evvelce CLINTON’un danışmanlığını yaptığı, 1994 yılıdan itibaren aynı görevi KRIGEL ile birlikte Başbakan Yardımcısı ÇİLLER için devam ettirdiği iddia edilmektedir)]

Mafya – Siyaset – Emniyet Üçgeni

Milliyet gazetesinde “Karmaşık İlişkiler-Tartışılan İsimler” başlığıyla yayınlanmış, haberde Civangate Skandalı ile başlayıp, Söylemez Çetesi’nin yakalanışı, Engin CİVAN’ı vuran Tevfik AĞANSOY’un Bebek’te bir kafede öldürülmesi sırasında AĞANSOY’un yanında Dışişleri Bakanı Tansu ÇİLLER’in korumalarını bulunması ve bir emniyet mensubu, aşiret reisi bir politikacı ve eroin ticaretine karışmış bir cinayet zanlısının aynı otoda bulunduğu Susurluk kazasıyla devam eden olaylar zincirinin bazı ilişkilerin büyüteç altına alınması gereğini ortaya koyduğu ifade edilerek, bu ilişkiler “mafya - siyaset - emniyet” üçgeni dahilinde şematize edilmiştir. Şema şu şekildedir: [Milliyet, 06.11.1996. Şemada gelişmelere göre değişiklikler yapılmıştır]

Tevfik AĞANSOY: Eski dava arkadaşları AĞANSOY ile ÇAKICI’nın yoları “Civangate Skandalı” patlak verince ayrıldı. AĞANSOY ÇAKICI’nın emriyle öldürüldü.

Semra ÖZAL: Civangate Skandalı’yla sarsıldı. Oğlu Efe’nin otomobiliyle haraç almaya giden polis memurlarının bir başkomiserin ölümüne neden olduğu iddiasıyla başı ağrıdı.

Deniz GÖKÇETİN: SÖYLEMEZ’lerle ilişkisi ortaya çıkana kadar İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı idi. Görevden alındı. Aranıyor. (16.01.1997’de yakalandı)

Alaattin ÇAKICI: Yeraltı dünyasının isimlerinden. Dündar KILIÇ’ın kızı Uğur KILIÇ ile evli idi. Karısını bile öldürtmekten çekinmedi.

Tansu ÇİLLER: Dışişleri Bakanı Tansu ÇİLLER’in yakın koruma polisleri Civangate Skandalı kahramanlarından AĞANSOY’un öldürüldüğü kafede vuruldu.

Mustafa SÖYLEMEZ: Söylemez çetesinin önemli unsurlarından eski Başkomiser Mustafa SÖYLEMEZ, ifadesinde polis-mafya-siyasetçi ilişkilerine ışık tuttu.

Mehmet ŞENER: Abdi İPEKÇİ cinayetinin kilit isimlerinden 16 yıldır İsviçre’de. Mehmet ŞENER, Oral ÇELİK ve Abdullah ÇATLI eroin ticareti yapan eylemciler.

Mehmet AĞAR: Eski İçişleri Bakanı. Onun döneminde görev yapan üst düzey yakın çalışma arkadaşların adı “Söylemez Çetesi” olayına karıştı. (Daha sonra bu arkadaşlarının Tarık ÜMİT’in kaçırılması ve Ömer Lütfü TOPAL Cinayeti’ne de karıştıkları iddiası ortaya atıldı ve İbrahim ŞAHİN hakkında, TOPAL cinayetiyle ilgili olarak DGM’deki duruşmaya katılmadığı için gıyabi tutuklama kararı alındı)

Halim APAYDIN: Ahlak Masası eski Amiri. Adı Söylemez Çetesi’ne karıştı. Bir bakanla iki polis müdürünün rüşvet aldığını açıkladı.

Oral ÇELİK: Interpol, Abdi İPEKÇİ ve Papa suikasti nedeniyle aranan Oral ÇELİK’i İsviçre’de yakalayıp 14 Eylül 1996’da Türkiye’ye iade etti.

Zeynep ÖZAL: Civangate Skandalı’nın baş aktörleri arasında yeraldı. Ailesinin gücünü kullanarak karanlık ilişkilere girdiği öne sürüldü.

Sedat DEMİR: Asayiş Şubesi eski Müdürü. Söylemezler Çetesi’nin parlak yıldızı. Görevden alındı, hakkında dava açıldı. Halen aranıyor. (16.01.1997’de yakalandı.)

Abdullah ÇATLI: Mehmet Ali AĞCA’nın askeri cezaevinden kaçışına yardım etmiş, birçok cinayete karışmış, eroin ve silah ticaretinde rol oynamıştır.

Sedat BUCAK: Bucak aşiretinin reisi ve DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat BUCAK, Söylemez Çetesi’ni polise ilk ihbar eden oldu.

Hüseyin KOCADAĞ: İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı idi. Uğur ÇAKICI ile ilişkisi olduğu ileri sürüldü. Trafik kazasında öldü.

Ömer Lütfü TOPAL: Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfü TOPAL, “mafya içi hesaplaşmaya” kurban gitti. Dostları olan siyasetçi ve polislerin varlığı tartışılıyor.

Ahmet ÇETİNSAYA: Eminönü Belediye Başkanı. Yeğeni ve kayınpederi bir suikaste kurban gitti. Söylemez kardeşlerin hedefiydi.

Celal BABÜR: Mafya babası Tevfik AĞANSOY, Bebek’te silahlı saldırıya uğradığında yanında Tansu ÇİLLER’in koruması Celal BABÜR de vardı.

Çiller Özel Örgütü

Aydınlık gazetesinde yayınlanan bir haberde, “Çiller Özel Örgütü” adlı bir illegal yapılanmanın varolduğu iddia edilmiş, sözkonusu iddialar Siyah Beyaz ve Milliyet gazetelerinde de yayınlanmıştır. [Siyah Beyaz ve Milliyet, 13.12.1996]

Bu iddialara göre, Silahlı Kuvvetler, Emniyet ve MİT’te uzantıları bulunan, ayrıca Jay KRIEGEL ve Prof. Howard REED kanalıyla CIA ve MOSSAD ile irtibatlı olan bu oluşum sayesinde, Ülkücü mafya ve uyuşturucu, silah/nükleer madde mafyasına dahil bağlantılar aracılığıyla büyük maddi gelir temin edilen yasadışı faaliyetler yürütülmektedir.

Abdullah ÇATLI, Alaattin ÇAKICI, Haluk KIRCI, Abdurrahman BUĞDAY, Sami HOŞNAV, Sedat PEKER, Mehmet GÖZEN, Şaziye Bar çevresi (Ziya AYCAN, Abdullah SÜLÜK), 6. Filo Çetesi üyeleri, Söylemez Çetesi üyeleri, Tevfik AĞANSOY ve Avrasya Feribotu’nu kaçıranların Ülkücü mafya bağlantısını, Hüseyin DUMAN, Alaattin ÇAKICI, Enver ALTAYLI ve Rus mafyasına dahil kişilerin ise Uyuşturucu, Silah/Nükleer Madde mafyası bağlantısını sağladığı bu oluşumun eylemleri olarak aşağıdaki olaylar sayılmaktadır:

1. Azerbaycan’da Darbe Girişimi.

2. İran’la Savaş Kışkırtması. (Tansu ÇİLLER’in 1994 yılında TBMM’ye götürmeden ve Cumhurbaşkanı’na bilgi vermeden sınır ötesi harekat kararı alması kastediliyor. Doğu PERİNÇEK, TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede 1648 Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan beri, istikrarlı bir sınıra sahip Türkiye ile İran’ın arasının ABD tarafından bozulmaya çalışıldığını, ABD’nin bu oluşum kanalıyla bir savaş kışkırtması yapmayı planladığını, böylelikle önemli komşuları ile arası bozulmuş bir Türkiye için ABD’nin tek seçenek olarak kalacağını, dolayısıyla ABD tarafından Türkiye’ye biçilen “kriz bölgelerine müdahale gücü” rolünü bu ülkenin (Türkiye) mecburen oynamasının sağlanacağını iddia etmiştir.)

3. Çeçenistan Provokasyonu ve Avrasya Feribotu’nun Kaçırılması. (PERİNÇEK’e göre bu olay da ABD’nin yukarda belirtilen politikasının bir başka ayağını oluşturmaktadır. PERİNÇEK, Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında da bir gerginlik yaratılmaya çalışıldığını, Türkiye’nin Çeçenistan’da Rusya Federasyonu’nun hükümranlığını hedef alan politikalar takip etmesi sebebiyle, Rusya Federasyonu’nun da Kürt sorunu bağlamında PKK’dan yana tavır koymaya başladığını öne sürmüş, CIA ve “Çiller Özel Örgütü” kaynaklı bu politikanın amacının Türkiye’yi bölgede yalnız bırakmak ve ABD güdümlü hale getirmek olduğunu iddia etmiştir.)

4. Uyuşturucu Ticareti. (Bu konuyla ilgili olarak , Türkiye’nin ve INTERPOL’ün 3 yıldır kırmızı bültenle aradığı, uyuşturucu ticareti sebebiyle Hollanda’da cezaevine konan, salıverilmesini müteakip aynı ülkede gözaltında tutulan, daha sonra vatandaşı olduğu İngiltere’ye gönderileceği iddia edilen Hüseyin BAYBAŞİN’in, özellikle Mehmet AĞAR ile ilgili iddiaları basında büyük yankı uyandırmıştır.

Baybaşin’den İddialar

BAYBAŞİN, iddialarında, Mehmet AĞAR’ın kardeşi Yunus AĞAR’ın, dayıları Yalçın AKÇADAĞ ile petrol ticareti görünümünde uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını, AĞAR’a ait uyuşturucunun gemilere yüklenmesi işinin Lübnan çıkışında gerçekleştiğini, sözkonusu gemilere, kimlere ait olduğu bilindiği için dokunulmadığını, kendisinin uyuşturucu ticaretine karıştığı yıllarda polis arabaları ile gezdirildiğini, polis kimliğiyle dolaştığını, polisler adına kayıtlı silahlar kullandığını, kendisi gibi yüzlerce kişiye polis kimliklerinin AĞAR tarafından sağlandığını.

Dönemin (1983) İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü BALCI’nın diplomatik pasaport temin ederek bunları AĞAR aracılığıyla kendilerine gönderdiğini, AĞAR’ın kendisine bir de çağrı cihazı verdiğini iddia etmiş, ayrıca 1992’de batırılan Kısmetim-1 gemisinin, uyuşturucu yüklü Lucky-S gemisini kurtarmak için ortaya atıldığını, Lucky-S’in yakalanmasından sonra buradaki malın bir kısmının yakalanmış gibi gösterildiğini, ancak büyük bölümünün Avrupa’ya sevkedildiğini, gemideki uyuşturucu ile AĞAR’ın da ilgisi olduğunu ileri sürmüştür.

Hollanda makamları tarafından İngiltere’ye gönderilmesi kararının alınmasında Birleşmiş Milletler Kürt Hareketleri İzleme Komitesi’nin etkili olduğunun iddia edildiği BAYBAŞİN, can güvenliğinin sağlanması halinde Susurluk Komisyonu’na ifade verebileceğini belirtmiş, İngiliz Narkotik Şube yetkilileri ile yaptığı görüşmede ise, yeni bir isim, pasaport ve oturma izni verildiği takdirde Avrupa ülkelerindeki uyuşturucu kaçakçılığı, kaçakçılık yolları ve kaçakçılarla ilgili bilgileri vereceğini ifade etmiştir. [BAYBAŞİN’in iddiaları ile ilgili olarak bkz. Milliyet, 27.12.1996 - Yeni Yüzyıl, 04.01.1997 - Milliyet, 09.01.1997]

5. Tarık ÜMİT, Askar SİMİTKO ve Lazım ESMAEİLİ Cinayetleri.

Nükleer Madde Kaçakçılığı

6. Nükleer Madde Kaçakçılığı. (Haberin bu bölümünde Özer ÇİLLER’in Van Emniyet Müdürlüğü’nce aranan, aynı zamanda silah ve nükleer element kaçakçılığı da yapan Hüseyin DUMAN ile birlikte, Lacosa GmbH adlı Alman frmasıyla parça başına komisyon klarşılığında nükleer madde sağlama anlaşması yaptığının belirlendiği iddia edilmiş,

Radikal gazetesinde yayınlanan İsmet BERKAN imzalı bir makalede uluslararası nükleer madde kaçakçılığı ile Alman gizli servisinin ilgisi bulunduğu öne sürülerek, Almanya bağlantısı iddiası yinelenmiştir. [Radikal, 22.01.1997]

Cumhuriyet gazetesinde yeralan bir haberde ise, INTERPOL’ün Avrupa ayağı sayılan EUROPOL’ün 1996 raporunda uyuşturucu konusunda Türkiye’yi suçlayıcı ifadeler kullanılmasının yanısıra, Özer ÇİLLER’in silah ve uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin DUMAN ile çok sıkı ilişki içinde bulunduğu ve adıgeçen kişilerin Ukrayna’dan kaçak olarak nükleer madde getirdiğinin de belirtildiği açıklanmıştır. [Cumhuriyet, 29.01.1997]

7. MANUKYAN’a Bombalı Saldırı ve Mehmet URHAN’ın Öldürülmesi. (Haberin bu bölümünde MANUKYAN’a yönelik olarak düzenlenen bombalı saldırının aslında MANUKYAN’ın şoförü Mehmet URHAN’ı hedeflediği, URHAN’ın bir dönem İstanbul Bankası’nda müstahdem olarak çalıştığı, aynı dönemde Bankanın genel müdürü durumundaki Özer ÇİLLER’in özel işlerini takip edip, kuryeliğini yaptığı, bankanın batması üzerine açılan davada Özer ÇİLLER aleyhine ifade veren tek tanık olduğu, bu sebeple öldürüldüğü ileri sürülmüştür.)

Örgütün Kaynakları

Haberde, örgütün mali kaynakları olarak ise, şu unsurlar sayılmıştır:

a) Örtülü Ödenek’ten aktarılanlar,

b) Uyuşturucu ticareti,

c) Nükleer madde ve silah kaçakçılığı,

d) Kara para aklama,

e) Çek-senet tahsilatı,

f) Arazi yağması,

g) İhale takipçiliği,

h) İşadamlarından ve karanlık faaliyetlerden alına haraçlar,

i) Rant gelirleri,

Avcı: Devlet İçinde Çete

Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi AVCI, Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede terörle mücadele için devlet içinde oluşturulan “hukuk dışı” örgütlenmenin, daha sonra çete halini aldığını, sözkonusu örgütlenmenin MİT, Emniyet ve JİTEM içinde oluşturulduğunu, bu yapılanma içinde Emniyet’ten Mehmet AĞAR, Korkut EKEN ve İbrahim ŞAHİN, MİT içinde Mehmet EYMÜR, Duran FIRAT ve Kaşif Binbaşı, JİTEM içinde ise Tuğgeneral Veli KÜÇÜK’ün yeraldığını, JİTEM’in Ahmet Cem ERSEVER yönetiminde birçok hukuk dışı eylem tertiplediğini, ERSEVER’in daha sonra JİTEM’de şoför olarak çalışan (Çubuklu lakaplı) Kemal UZUNER tarafından öldürüldüğünü, ÇATLI’nın hem Emniyet hem de MİT, ÇAKICI’nın ise sadece MİT tarafından kullanıldığını, Abdullah ÇATLI, Haluk KIRCI ve Yaşar ÖZ gibi yasadışı işlere bulaşmış isimlerin bu örgütlenmenin sivil kanadında yeralabileceğini, bu örgütlenme içinde yeralanların eski Ülkücüler vasıtasıyla Güneydoğu’da birçok faaliyet yürüttüklerini ve M. Ali YAPRAK’ın iki kez kaçırılmış olmasından da sorumlu olduklarını, şimdi de İstanbul’da bazı işadamlarına yönelik faaliyetler içinde olduklarını iddia etmiştir. [Cumhuriyet, Hürriyet ve Sabah, 05.02.1997]

Bucak ve Söylemez Çatışması

Basında Sedat BUCAK’ın imtiyaz ve maddi kazanç karşılığında devlet adamları ve bürokratların şahsi menfaatlerine hizmet ettiği ve elde ettiği imtiyazları illegal şahsi işlerinde kullandığı öne sürülmüştür. Söylemezler Çetesi’nin yakalanmasını müteakip BUCAK ismi kamuoyunda illegal faaliyetler dahilinde değerlendirilmeye başlanmıştır.

11 Haziran 1996 tarihinde Adana’nın Pozantı İlçesi girişinde Sena ve Faysal SÖYLEMEZ ile üsteğmen Can KÖKSAL’ın yakalanmasıyla başlayan Söylemez kardeşler soruşturmasında 11’i asker ve polis 24 kişinin adı geçmiş, sözkonusu çete üyeleri hakkında Sedat Edip BUCAK’a Ankara’da helikopterden roket atışıyla, Eminönü Belediye Başkanı Ahmet ÇETİNSAYA’ya ise Ataköy’de lav silahları ile suikast hazırlığı içinde oldukları, İstanbul ve Ankara Asayiş eski Müdürü Sedat DEMİR, İstanbul eski emniyet Müdür Yardımcısı Deniz GÖKÇETİN, Başkomiser Halim APAYDIN ve Emniyet Müdürü Erdal DURMAZ’ın da aralarında bulunduğu milyarlarca liralık rüşvet trafiğini yönlendirdikleri ve Sait AYDIN’ı öldürdükleri iddiaları gündeme gelerek, aleyhlerinde çeşitli davalar açılmıştır. [Hürriyet, 13.12.1996 ve Zaman, 24.12.1996]

Söylemez kardeşler ise, Mehmet AĞAR ve Sedat BUCAK’ı devlet destekli bir çete kurarak kendilerini hedef alan bir komplo tertip ettiklerini iddia etmişlerdir.

Çete lideri Dr. Mehmet Sena SÖYLEMEZ kendi elyazısıyla TBMM’deki Komisyon Başkanlığı’na yazdığı 63 sayfalık ifade mektubunda Mehmet AĞAR ve Sedat BUCAK’ın kendi ailesine karşı birlikte hareket ettiklerini belirterek özetle şu ifadeleri kullanmıştır: [Milliyet, 13.12.1996]

“12 Mart 1996 günü Eskişehir cezaevi yolunda bir yakınımızı ziyaretten dönerken, ağabeylerim Emir SÖYLEMEZ, Resul SÖYLEMEZ ve bindikleri ticari oto sürücüsü Ercan AKYOL öldürüldü.

Onları öldürenler herşeyi baştan sona planlayan ve yürüten o zamanki Adalet Bakanı Mehmet AĞAR, BUCAK ve onlarla işbirliği içinde olan kirli polislerle, kirli koruculardır.

Ağabeyim Ali SÖYLEMEZ’in dört çocuğundan en büyüğü, Bilkent Üniversitesi öğrencisi iken, ailenin başına musallat olan AĞAR-BUCAK çetesinin tertipleri, komploları sonucu oluşturulan düzmecelerle tutuklandı ve aylardır cezaevinde yatıyor.

AĞAR ve BUCAK’ın emrinde kiralık katillerden oluşan çeteler var. Bizi de AĞAR ve BUCAK’ın tertiplediği komplolar sonucu tutukladılar.

BUCAK ve adamları Ankara’da zaman zaman 20-30 kişilik silahlı gruplar halinde caddelerde yürüyüp etrafa korku ve dehşet saçıyorlar.

BUCAK’ın adamları haraç alma, adam kaçırma, fidye isteme, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile insanları yıldırma eylemi yaparken, bu çete Şubat 1996’da İstanbul’da banker Baki Cengiz AYGÜN’e ait büroda Sait AYDIN’ı öldürüp Şeref AYDIN’ı da yaraladı.

AĞAR’ın Adalet Bakanı olduğu dönemde BUCAK’ın isteği ile Eskişehir cezaevine sürüldüm.

Eskişehir-Ankara yolunda ağabeylerimi öldüren kişilerin olay yerinde bıraktıkları Mercedes otonun içinde Fatih BUCAK’a ait bir cep telefonu ve kimlik unutuldu.

Güvenlik güçleri, bu cinayetten sonra AĞAR’ın talimatıyla soruşturmayı derinleştirmeden ve failleri yakalamadan olayı kapattı.

AĞAR, BUCAK, SÖYLEMEZ kanı dökmüş olmayı, olaydan sonra Ankara’da BUCAK’a ait bir büroda arkadaşları Yalım EREZ, Necmettin DEDE ve işbirlikçileri ile bazı emniyet mensupları çiğ köfte partisiyle kutladılar.”

Bucak Aşireti

Tempo dergisinin Susurluk kazası ve müteakip gelişmeleri bir senaryo formatında ele aldığı “Susurluk Romanı” adlı yayınında BUCAK ile ilgili iddialar özetle şu şekildedir: [“Susurluk Romanı”, Tempo Dergisi eki, 11.12.1996, sayı:50, s. 19-20]

“...BUCAK’lar köken olarak Siverekli değil, Diyarbakırlı aslında. Bundan 200 yıl kadar önce Siverek’e gelmişler. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Şeyh Sait isyanı sırasında Cumhuriyet’ten yana tavır almış ve isyancılara karşı savaşmışlar...(1960’tan sonra) en büyük hasımları Kırvar ilesiymiş. Kırvarlar’a 1978 yılında boyun eğdirdikten sonra da onlarla birlikte PKK ile aralarında savaş başlamış. Bu savaşta iki ay içinde 100 civarında insan ölmüş. Ama sonra durulmuş ortalık. Bucakların PKK’ya karşı devletin yanına geçmesi, 1993’te oluyor. O yıl Mehmet AĞAR, Siverek’e gelerek BUCAK’ı ziyaret ediyor. Bu ziyaretin ardından BUCAK korucu oluyor. Mehmet AĞAR’la Sedat BUCAK’ın dostluğu da bu yıl başlamış. Bir yıl sonra Abdullah ÇATLI Türkiye’ye döndüğünde, yine Mehmet AĞAR’ın isteğiyle Sedat BUCAK’ın Siverek’teki evinde barındırılmış.

...Sedat BUCAK hakkında birçok iddia var. En önemlileri PKK ve Dev-Sol’a karşı savaşma gerekçesiyle oluşturulan ÇİLLER-AĞAR Özel Örgütü’ne katılması, adamlarını örgütün vurucu gücü olarak kullanması, örgütün kanun tarafından arana elemanlarını evinde barındırıp saklaması, uyuşturucu işine bulaşması. Hatta Bucaklar’a ait arazilerde Hint keneviri yakalandığı, bununla ilgili olarak birkaç kişinin tutuklandığı ama sonradan soruşturmanın üstünün örtüldüğü söylenmiş o zamanlar. Bir de Siverek’ten Ankara ve İstanbul’a sarktığı söyleniyor. İddiaya göre yalnızca Ankara’da 1994 yılında gainoculardan, kumarhanecilerden, torbacılardan, travesti ve eşcinsellerin gittiği barlardan, günde 500 milyon lira haraç alınıyormuş. Bu haraç polis şefleri tarafından toplanıp bir hiyerarşi içinde dağıtılıyormuş.

...Söylenenlere göre aşiretinde 100 bin civarında adam varmış. Bunun 30 bini silahlıymış. Ama bu korucuların bazıları, devletten maaş aldıkları için llerindeki islahlı adam sayısını fazla gösteriyor. BUCAK da televizyonda “benim korucularım gönüllü” demişti. Bu koruculuk meselesi üzerine BUCAK, ‘biz 12 EYLÜL’den önce PKK’ya karşı elimize silah aldık, sonra da bu silahlar başımıza bela oldu. Onun için şimdi devletin bize silah vermesini istedik’ demişti.”

Bucak’ın Gelirleri ve Devlet Desteği

BUCAK’ın Ankara’daki kumarhanelerden haraç aldığına dair iddia Başbakan ERBAKAN tarafından Çankaya Köşkü’nde düzenlenen “Liderler Zirvesi”nde de dile getirilmiş, ERBAKAN “Sedat BUCAK’ın Ankara’daki kumarhanelerden haraç topladığına dair bir iddia var ortada. Bu iddia, inanıyoruz ki, kolaylıkla incelenebilir, var mıdır, yok mudur tespit edilebilir” demiştir. [“Liderler Zirvesi Tutanakları”, Radikal, 23.12.1996]

Ayrıca BUCAK’ın korucularının maaş aldıklarına dair iddia, DSP İzmir Milletvekili Hakan TARTAN’ın konuyla ilgili soru önergesi üzerine İçişleri Bakanı Meral AKŞENER tarafından doğrulanmış, AKŞENER’in açıklamasıyla BUCAK aşiretine mensup 434 korucu bulunduğu, bu korucuların ayda 1 milyar 216 milyon 185 bin lira maaş aldıkları ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla BUCAK’ın “devletten bir kuruş dahi almıyorum” sözü ilgili bakan tarafından yalanlanmıştır. [Cumhuriyet, 14.01.1997 ve Radikal, 12.01.1997]

“Gazete Pazar”da yayınlanan Bucak aşiretiyle ilgili sekiz sayfalık bir haberde de, Bucak Aşireti mensubu 200 kadar korucunun maaş almadığı, ancak Ankara ile ilişkileri kullanarak silah ruhsatı temin ettikleri ve memur tayinleri yaptırdıkları iddia edilmiştir. [Gazete Pazar, 23.02.1997]

Sedat BUCAK’ın, HEP Milletvekilleri Leyla ZANA ve Zübeyr AYDAR’ın PKK ile işbirliği teklif etmesi üzerine Süleyman DEMİREL’e gittiğinin belirtildiği haberde, BUCAK’ın hükümet yetkililerine silah verin PKK ile mücadele edelim dediği, bunun karşılığında hükümet kanalıyla aşirete 90 milyar lira, lav silahları, roketatarlar, tüfek ve mermi verildiği iddia edilmektedir.

Aynı haberde Bucak aşiretinin Şanlıurfa civarında 200 bin dönüm verimli arazisi bulunduğu, burada yetiştirilen pamuktan aşiretin 300 milyar lira kazandığı, kentteki tüm resmi kurumların yakacak ihtiyacını Bucak Petrol bayiilerinin sağladığı, ancak Irak’tan kaçak petrol getirdiklerinden, bu yakıtın çoğu zaman bozuk olduğu ifade edilmiştir.

Haberde, ayrıca Sedat BUCAK’ın Şanlıurfa ve civarındaki devlet ihalelerinden büyük kazanç sağladığı, bu ihalelere örnek olarak Köy Hizmetleri’nin iki adet 500’er milyar liralık köy yolu tesfiye işi ile; Süt Fabrikası ve Hilvan Yem Fabrikası ihalelerini aldığı, başka ihalelerde de payı olduğu, ancak kağıt üzerinde BUCAK ismi değil, Sedat BUCAK’ın gizli ortağı ülkücü Muzaffer ÇAKMAK’ın isminin bulunduğu iddia edilmiştir.

İçişleri eski Bakanı Hasan Fehmi GÜNEŞ’in aşiretlerin 12 Eylül döneminde silahlandırıldığına dair beyanatının yeraldığı haberde Bucak Aşireti’nin Jandarma ve polise kayıtlı hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmiş firarileri beslediği ve halk üzerinde bu yolla baskı kurdukları öne sürülmüştür.

Radikal gazetesinde “ÇATLI Yatakçılarına Soruşturma” başlığıyla, BUCAK hakkında Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, Abdullah ÇATLI ile ilgili olarak saklama, görmezlikten gelme ve ilgililere bildirmeme gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulduğu belirtilmiş [Radikal, 26.01.1997],

Bucak: Yalan Rüzgarı

Aynı gazetede çıkan bir diğer haberde ise, “Çetede Yalan Rüzgarı” başlığı altında BUCAK’ın Susurluk olayı sonrası verdiği ifadelerde birbiri ile çelişen dört unsura yerverilmiştir. [Radikal, 25.01.1997]

Habere göre, Sedat BUCAK;

a) önceleri Abdullah ÇATLI’yı üç yıldır tanıdığını ifade etmiş olmasına karşın, daha sonraları ÇATLI ile Refahyol hükümetinin güvenoylamasından evvel tanıştığını;

b) önceleri TOPAL cinayetine adları karışan Ayhan ÇARKIN, Ercan ERSOY ve Oğuz YORULMAZ adlı özel tim mensuplarını koruma olarak kendisinin istemiş olduğunu belirtmesine rağmen, daha sonra bu isimleri İbrahim ŞAHİN’in önerdiğini;

c) sözkonusu özel tim mensupları hakkında önceleri “doğumlarından ölümlerine kadar kefilim” demiş olmakla birlikte, sonraları bu kişileri yanına aldıktan sonra yaptıklarına kefil olduğunu; ve

d) kazadan hemen sonra arabasında susturucu olmadığını iddia etmesine rağmen, daha sonra susturucuların arkada oturanların olabileceğini söylemiştir.

Çete – Petrol Bağlantısı

Aydınlık gazetesinde ise, “Petrol hırsızlığında Şanlıurfa Bağlantısı. Kemal KILIÇ, Necmettin CEVHERİ, Sedat BUCAK, Drej Ali” başlığıyla bir haber yayınlanmıştır. [Aydınlık, 05.01.1997]

Haberde bir dönem BOTAŞ’ta çalışan Korkut EKEN’in yanısıra, Kemal KILIÇ, emekli Binbaşı Mustafa DOĞRU, Ayhan ERTÜRK ve Mustafa SABUNCUOĞLU’nun MİT kökenli oldukları, EKEN ve KILIÇ’ın Abdullah ÇATLI’nın ortağı olduğu Baysa şirketine 22 bin tonluk petrol çökertisinin BOTAŞ Ceyhan Bölge Müdürlüğü tanklarından temizlenmesi ihalesini verdiği, bu atığın Sedat BUCAK’ın sahibi olduğu bir depoya taşındığı, sözkonusu depolarda ham petrol ile karıştırılarak İskenderun’daki depolardan fuel oil olarak iç piyasaya satıldığı iddia edilmiş, ayrıca özellikle Güneydoğu’daki petrol boru hatlarından petrol çalındığı belirtilerek, 10 Aralık 1996 tarihinde Sedat BUCAK’ın kardeşleri Selahattin ve Nedim BUCAK’ın “Selahattin BUCAK Petrol Tic. Ltd. Şti.”ni kurduğu, şirketin faaliyet konuları olarak petrol ve akaryakıt istasyonları, bayiilikler açmak, kurmak ve çalıştırmak, her türlü madeni yağ ve buna bağlı maddelerin satımını yapmak alanları sayılmış, BOTAŞ eski Genel Müdürü Hayrettin UZUN tarafından dile getirilen BAYSA’nın aldığı petrol çökertisini, boru hatlarından çalınan ham petrolle karıştırmış olabileceği ihtimaline yervermiştir.

Hüseyin Kocadağ

Milliyet gazetesinde “KOCADAĞ’ın Suç Dosyası” başlığıyla, Hüseyin KOCADAĞ’ın sicili yayınlanmıştır. [Milliyet, 25.12.1996]

Habere göre KOCADAĞ, meslek yaşamı boyunca 9 takdirname ve 322 maaşla mükafatlandırılmış, nöbete gelmemek, yoklamada bulunmamak, boykota katılmak, devlet aracını özel işlernde kullanmak, amirine saygısızlık gibi suçlardan dolayı aylık kesimi, uyarma, kısa süreli durdurma, kınama cezaları almıştır. KOCADAĞ ayrıca İranlı bir kadın ve yeraltı dünyasından kişilerle ilişki kurmak suçundan dolayı 19.02.1985-22.08.1985 tarihleri arasında görevden uzaklaştırılmış, 29.01.1986 tarihinde ise, meskun mahalde silah atmak, kumar oynanmasına müsaade etmek, adli bir olayın boyutlarını değiştirerek menfaat temin etmek iddiasıyla meslekten ihraç edilirken 20.03.1987 tarihli Danıştay kararıyla görevine iade edilmiştir.

Eşi Uğur ÇAKICI ile ilişkisi nedeniyle Alaattin ÇAKICI tarafından da tehdit edilen KOCADAĞ hakkında Aydınlık gazetesinde Behçet CANTÜRK’ün öldürülmesinde rol oynadığı yolunda bir iddia yayınlanmıştır. [Aydınlık, 05.01.1997]

Haber, CANTÜRK’ün yakınlarının, yakından tanıdığı biri olmasa Behçet CANTÜRK’ün zırhlı arabasının kapılarını açmayacağı yönündeki ifadesine dayanarak hazırlanmış ve bu şekilde kapıyı açtıranın Hüseyin KOCADAĞ olduğu kanaatine varılmıştır.

Abdullah ÇATLI’nın çetenin ülkücü, KOCADAĞ’ın ise solcu ayağını oluşturduğu öne sürülen haberde, bu kişilerin (ÇATLI ve KOCADAĞ) Ankara’da Simon Bolivar Caddesi’ndeki bir sitede kokain partilerinde buluştukları, KOCADAĞ’ın Korkut EKEN’le birlikte Özel Harekat timlerinin kurucusu olduğu, Gaziosmanpaşa olaylarının başlaması ve durdurulmasında rolü olduğu, KOCADAĞ’ın Polis Okulu’na müdür olmasını içinde bulunduğu oluşumun istediği, doğrudan Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı bu okulda sözkonusu oluşuma yeni elemanlar kazandırmasının planlandığı, işi gereği yeraltı dünyasını çok yakından tanıdığı ve Ahmet HAMOĞLU tarafından işletilen Ankara Sheraton kumarhanesinin yüzde 5 hissesinin sahibi olduğu iddia edilmiştir.

Sabancı Cinayeti

Kanal 6’da yayınlanan “Hedef” adlı programda da Hüseyin KOCADAĞ ile ilgili bir iddia yayınlanmış, KOCADAĞ’ın, Özdemir SABANCI, Haluk GÖRGÜN ve Nilgün HASEFE’nin ölümüyle sonuçlanan “Sabancı Center Eylemi” faillerinden Fehriye ERDAL’ın Sabancı Center’a istihdamında referans verdiği iddiası ortaya atılmıştır. [“Hedef”, Kanal 6, 18.11.1996]

Habere göre yapılan parmak izi araştırmalarında, Emniyet Amiri düzeyinde bir polisin parmak izine rastlanıldığı, Sabancı Center’ın güvenlik ve temizlik işlerini üstlenen Ulusal Güvenlik ve Temizlik Şirketi’nin sahibi Kemal AYDOĞAN’ın sol örgütlerle bağlantılı, sol görüşlü bir şahıs olduğu, şirketi kurduğu zaman kendisi gibi sol görüşlü olan Emniyet Müdürü KOCADAĞ ile yakın ilişkisi bulunduğu, bu kanalla İstanbul iş çevrelerinde müşteri bulabildiği, bu arada KOCADAĞ vasıtasıyla yine sol görüşlü olan bir önceki Emniyet Müdürü Kutlay ÇELİK ile de yakınlaştığı, AYDOĞAN’ın iş başvurularında sol görüşlüleri tercih ettiği, Alevi olan Fehriye ERDAL’ın KOCADAĞ’dan iş bulmasında aracılık talep etmesi üzerine KOCADAĞ’ın ERDAL’ı AYDOĞAN’a göndererek referans verdiği, AYDOĞAN’ın ise Sabancı Center’da ilgili personelini arayarak ERDAL’ın uygun bir yerde görevlendirilmesini istediği.

ERDAL’ın kurduğu ilişkiler sayesinde şirketin üst düzey yöneticilerinin bulunduğu 25. Katta görevlendirildiği, olay sonrası AYDOĞAN’ın Sabancı Center’da çalışan kendi personeli ile görüştüğü, daha onra AYDOĞAN, KOCADAĞ, ÇELİK ve İstanbul Asayiş Şube Müdürü Sedat DEMİR’in bir toplantı yaptığı, bu üçlünün (AYDOĞAN, KOCADAĞ ve ÇELİK) Sedat DEMİR’e Fehriye ERDAL’ın referanslarıyla ilgili kovuşturmada isimlerinin geçmemesi ve tutanaklara bu isimlerin katiyen yazılmaması hususunda istekte bulundukları, daha sonra sözkonusu üçlünün Fehriye ERDAL’ın sağ ele geçmemesini planladıkları, aksi takdirde, Emniyet’te infial meydana gelmesi, amaç ve hedeflerinin ortaya çıkmasından korktukları, tam bu sırada gazeteci Metin GÖKTEPE’nin öldürülmesi olayının gerçekleşmesi suretiyle gündemin değiştirildiği iddia edilmiştir.

Hadi Özcan Çetesi

Milliyet gazetesinde çıkan bir habere göre Mehmet Hadi ÖZCAN liderliğindeki Kocaeli Çetesi, İzmit bölgesinde çok sayıda yasadışı eyleme karışmış ve 8 Emniyet mensubu ile bağlantı kurmuştur. [Milliyet, 13.12.1996]

Sözkonusu organize suç şebekesinin lideri ve 12 arkadaşından 11’i Temmuz ayı içinde yapılan operasyonlar sonucu ele geçirilmiş ve ifadeleri neticesinde Balıkesir Emniyet Müdürü Nihat CAMADAN ve 6 polis hakkında tahkikat açılmıştır.

Radikal gazetesi ise, Türkiye’de polis ve mafya işbirliği ile kurulan en büyük çetelerden biri olarak tanımladığı Kocaeli Çetesi’nin lideri Mehmet Hadi ÖZCAN’ın değişik tarihlerde iki kardeşi öldürtmek suçundan mahkemeye çıktığını, iki cinayeti de tetikçi Savaş UZUN’un üstlenmesi üzerine kurtulduğunu belirtmiştir. [Radikal, 24.01.1997]

Haberde, ortaya çıkarıldıktan sonra bir Emniyet Müdürü, 3 şube müdürü ve 2 polis memurunun açığa alınmasına neden olan Hadi ÖZCAN, Şahin TEKDEMİR ve diğer arkadaşlarının, Reşat YÜKSEL ve Muzaffer YÜKSEL’i öldürtmek suçundan çıktıkları mahkemede Savaş UZUN’un suçu üstlenmesi üzerine tahliye oldukları, hakkında toplam 18 dosya bulunan ÖZCAN’ın, tetikçilerinin suçları üstlenmesi sayesinde tek tek kurtulduğu belirtilmekte ve ÖZCAN ile TEKDEMİR’in tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıklarına değinilmektedir.

Hanefi AVCI’nın Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, “çete suçunu üzerime yıkan, ülkücü Abdullah ÇATLI’dır” iddiasında [Cumhuriyet, 12.02.1997] bulunan Mehmet Hadi ÖZCAN ile ilgili olarak, ÖZCAN’ın MİT’e çalıştığını, Veli KÜÇÜK’ün İzmit Alay Komutanı olduğu dönemde, KÜÇÜK ile iltisaklı olduğunu, MİT mensubu Duran FIRAT ve JİTEM adına faaliyet yürüttüğü öne sürülen Yeşil lakaplı Mahmut YILDIRIM ile de görüştüğünü söylediği iddia edilmiştir. [Cumhuriyet, 10.02.1997 ve Siyah Beyaz, 11.02.1997]

Zaman gazetesinde “ÖZCAN, Bir Bir Tahliye Oluyor” başlığıyla çıkan bir haberde ise, ÖZCAN liderliğindeki çetenin çete oluşturma ve cürüm işleme, adam öldürme, adam yaralama, adam kaçırma ve fidye isteme, ölümle tehdit, haraç isteme, zorla çek-senet tahsili, silahlı gasp, hırsızlık, eroin-esrar kullanma, bulundurma, satma, oto hırsızlığı gibi suçlara karıştığı, çeteyle birlikte 3 adet Kaleşnikof, 1 adet uzun namlulu Baretta tabanca, çok sayıda mermi, 8 adet değişik çap ve markada tabanca, 2 adet el bombası, 2 adet pompalı tüfek, 4 adet cep telefonu ile 4 adet otomobil ele geçirildiği belirtilmiş, ÖZCAN’ın davalardan bir bir tahliye oluğu bu haberde de yinelenmiştir. [Zaman, 11.02.1997]

Aynı haberde, Afganistan ve İran üzerinden yurda sokulan ve Adapazarı-Bolu-İstanbul üçgeninde işlendikten sonra mamul olarak Avrupa’ya gönderilen uyuşturucu trafiğinde geçiş noktası olan Kocaeli’nde ardı ardına çetelerin ortaya çıkışı, Mesut YILMAZ’a yapılacağı öne sürülen suikastçinin de (Hacı TÜRKKANI) İzmit’ten oluşu, ayrıca bir dönem Kocaeli Jandarma Alay Komutanı olarak görev yapan Veli KÜÇÜK’ün yanısıra Balıkesir eski Emniyet Müdürü Nihat CAMADAN ve eski Asayiş Müdürü Cemal ŞENCAN’ın da isimlerinin çeşitli olaylara karışmış olmasının dikkat çekici olduğu belirtilerek, bölge “şeytan üçgeni” olarak nitelendirilmiştir.

Aydınlık gazetesinin bir haberinde de, Hadi ÖZCAN ile Abdullah ÇATLI’nın arasının, Ülkücü kökenlerinden dolayı bir dönem çok iyi olduğu, ancak Botaş ihalesinden dolayı aralarının bozulduğu, ikisinin de girdiği ihaleyi ÇATLI’nın kazanmasından sonra, ÖZCAN’ı ihbar ettiği, ÖZCAN’ın bu olaydan dolayı ÇATLI’dan nefret ettiği ve ifadesinde ÇATLI’yı öldürmek için Kalaşnikof aldığını söylediği öne sürülmüştür.

Siyah Beyaz gazetesi de benzer bir iddiayı farklı bir boyutuyla “Çetede Hesaplaşma” başlığı altında Eyüp AŞIK’ın Susurluk Komisyonu’nda verdiği ifadeye dayandırarak yayınlamıştır. [Siyah Beyaz, 28.02.1997]

Habere göre İzmir Fiesta Cafe’de buluşan İbrahim ŞAHİN ile Veysi DERVİŞOĞLU, Yeşil kod adlı Mahmut YILDIRIM, Kürşat YILMAZ ve Abdullah ÇATLI’yı öldürmesi için Hadi ÖZCAN’la irtibata geçerek silahların (bir kalaşnikof tüfek ve bir bomba) DERVİŞOĞLU kanalıyla Hadi ÖZCAN’a ulaştırılmasını istemişlerdir.

Haberde AŞIK’ın komisyona çeteler arasında 1995 yılının Mart ayında bir anlaşmazlık çıktığını ve sözkonusu anlaşmazlığın özellikle ÇATLI, AĞAR, ŞAHİN ve EKEN arasında doruk noktaya ulaştığını söylediği öne sürülmüştür.

Yüksekova Çetesi

Yüksekova Çetesi ile ilgili olarak ise, Milliyet gazetesinde çıkan bir haberde ise, ortaya çıkarılan ve aralarında üç polis memuru ile PKK itirafçısı Kahraman BİLGİÇ’in bulunduğu çeteye ilişkin dosyada olayların PKK ititrafçısı BİLGİÇ’in etrafında oluşturulduğu belirtilmiştir. [Milliyet, 13.12.1996]

Haberde BİLGİÇ, çetenin lideri olarak tanımlanmış, Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı emrinde çalıştığı belirtilerek, halen tutuklu durumdaki BİLGİÇ’in verdiği ifadede Yüksekovalı Necip BASKIN’ın kaçırılması ve fidye istenmesi olayını üstlendiği ifade edilmiştir. Haberde verilen bilgilere göre BİLGİÇ ifadesinde çetenin eylemleri ile ilgili olarak şu hususları belirtmiştir:

“1. Olay: Tabur komutanı Mehmet Emin YURDAKUL komutasında yapılan bir operasyonda Konuklu köyünde 13 kilo eroin, 4 tabanca yakalandı. Tabancaların üçünü YURDAKUL götürdü. Biri 14’lü idi. Birini Yüksekova Belediye Başkanı’nın karısına hediye etti.

2. Olay: Kurmay Başkanı Hamdi POYRAZ, bizi Çığlı köyüne gönderdi. Hatta bir yazı yazdı. Yolda güvenlik güçleri tarafından yakalanma halinde, bu kağıdı gösterdiğimizde yolda yardımcı olunacaktı. Köye gittik. İçinde silah ve uyuşturucu olduğunu tahmin ettiğim bir paketle Hakkari’ye döndük.

3. Olay: Beyannameleri Kurmay Başkanı aracılığıyla yaptırıp Irak’tan Çığlı’ya koyun getiriyorlardı.

4. Olay: İsmi Ali olan, soyadını hatırlamadığım, İzmir’de yakalanan bir Levazım Astsubay Tabur Komutanı YURDAKUL ile samimi idi. Astsubay yakalandıktan sonra YURDAKUL astsubayın ailesine bir miktar para gönderdi. Yakalanan eroin tahminen daha önceden Konuklu köyünde yakalanan eroin olabilir.

5. Olay: Yüksekova Belediye Başkanı Ali İhsan ZEYDAN’ı güvenlik güçleri aradığında Mehmet Emin YURDAKUL kendisine haber etti. O da Yüksekova’dan kaçtı. Uzun süre gelmedi.

6. Olay: Ali İhsan ZEYDAN’ın gösterdiği adamlar yakalanıp daha sonra YURDAKUL tarafından para karşılığında bırakılıyordu.

7. Olay: 1995 Eylül’ünde Karlı köyünde ölü olarak ele geçirilen 5 teröristin üzerinden çıkan paraları YURDAKUL aldı. Tutanaklara hiç geçmedi.

8. Olay: Sınır Tabur Komutanı Yarbay KAMBER, bana bir gün , ‘bir tim kuralım, sana gerekirse panzer veririm. Gideceğin yere kadar gönderirim, sözde örgüt adına para toplarsınız’ dedi.

9. Olay: Yüksekova’da oturan Vahyeddin ASLAN’ın örgüt yanlısı olduğu söylendi. Kemal ÖLMEZ araya girdi. Beni çağırdı. Tugay’dan geldim. Bu adamla (ASLAN) konuştum Adam kalkarken bana ‘size bir hediyem olacaktır’ dedi. Kemal bana sonradan bu adamın bana ve kendisine 10’ar bin mark göndereceğini söyledi.”

Asker – Korucu - İtirafçı

Zaman gazetesinde “Yüksekova Çetesi Niçin Araştırılmadı?” başlığıyla çıkan bir haberde ise, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun Başbakan ERBAKAN’a verdiği raporda Yüksekova Çetesi’nin ele alınmamış olması vurgulanmıştır. [Zaman, 13.01.1997]

Haberde Necip BASKIN’ı kaçırarak fidye istemek ve CHP eski Milletvekili Esat CANAN’ın yeğeni Abdullah CANAN’ı öldürmekle suçlanan çetenin 3’ü polis, 5’i korucu ve 1’i itirafçı 9 kişiden oluştuğu, çetenin 6 üyesinin (özel tim mensupları Fatih ÖZHAN ve Yusuf Avni AYDIN, köy korucuları Osman ÖZPAZAR, Abdülkerim ÖZCÜK, Necmettin HAZEYİ ve itirafçı Kahraman BİLGİÇ) 13 Ekim 1996’da tutuklandığı belirtilerek, çetenin bir numaralı sanığı Havar kod Kahraman BİLGİÇ’in Eşref BİTLİS, Tuğgeneral Bahtiyar AYDIN ve Abdullah CANAN’ı kendisinin de içinde bulunduğu bir çetenin öldürdüğünü iddia ettiği üzerinde durulmuştur.

Haberde son olarak Yüksekova Çetesi’ni soruşturan İstihbarat Astsubay Hüseyin OĞUZ’un avukatı Yaşar ALTÜRK’ün müvekkiline baskı yapıldığını iddia ettiği ve ilk sorgu tutanakları, video görüntüleri ve fotoğrafların, DGM’ye intikal etmeden bazı yetkililer tarafından kaldırıldığını, suç delillerinin gizlendiğini, Hüseyin OĞUZ’un da tehdit edildiğini öne sürdüğü belirtilmiştir.

Yeni Yüzyıl gazetesi, eski Milletvekili Esat CANAN’ın Susurluk Komisyonu’nda verdiği ifadeyi yayınladığı haberde, CANAN’ın Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde bazı faili meçhul cinayetler işlendiğini, bu cinayetlerin Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL’un bilgisi dahilinde yapıldığını, ancak Genelkurmay’ın bu iddiaları reddederek bölgede inceleme yapan Milletvekilleri Ercan KARAKAŞ ve Mahmut IŞIK hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, bu böldeye yeni atanan Tabur Komutanı’nın çeteyi ortaya çıkardığını, kullanılan itirafçı Kahraman BİLGİÇ’în birçok olaya karıştığını, iki özel tim görevlisi polisin de işin içinde olduğunu, soruşturmada çetenin ortaya çıkarılmış olmasına rağmen, soruşturmanın eksik kaldığını, yöredeki varlıklı kişilerin kaçırılıp fidye istendiğini, bazı kişilerin ise öldürüldüğünü söylediği belirtilmiştir.

Radikal İslamcı ağırlıklı yayın yapan Yeni Şafak gazetesi ise, yayınladığı iki haberde Yüksekova Çetesi bağlamında illegal faaliyetlerde ordunun rolünü vurgulamıştır. [Yeni Şafak, 12.02.1997 ve 13.02.1997]

Sözkonusu gazetede “Askerin Meclisten İki İsteği” başlığı ile yayınlanan haberde Hanefi AVCI’nın komisyona verdiği ifadede Susurluk sakndalından yaklaşık bir ay önce ortaya çıkan ve Kocaeli ve Yüksekova Çeteleri içinde yeralan “askeri üniformalı çeteler”in sorgulanmamasını eleştirdiği belirtilmiş; Hakkari Yüksekova’da aralarında yeğeni Abdullah CANAN’ın da bulunduğu altı kişinin kaçırılıp öldürüldüğü Yüksekova olaylarıyla ilgili komisyona bilgi veren eski CHP Hakkari Milletvekili Esat CANAN’ın da Yüksekova Çetesi içinde yakalanan 16 kişiden polisler tutuklanırken askerlerin serbest bırakılmasını eleştirerek Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL ve Astsubay Başçavuş Hüseyin OĞUZ’un da sorgulanmasını istediği ifade edilmiştir.

Haberde, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’nun aldığı bilgiler doğrultusunda eski MİT Müsteşarı Teoman KOMAN, adı Kocaeli Çetesi’ne karışan eski İzmit Jandarma Alay Komutanı Veli KÜÇÜK, Yüksekova Çetesi içinde adı geçen Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL ve astsubay Başçavuş Hüseyin OĞUZ’u bilgisine başvurmak üzere Meclis’e çağırdığı günlerde Sincan olylarının patlak vermesinin dikkat çektiği belirtilmiştir.

Asker Susurluk’un Neresinde?

Aynı gazetede “Asker Susurluk’un Neresinde?” başlığıyla çıkan haberde de, Silahlı Kuvvetler’in “devlet-aşiret-gladio” ilişkileri karşısında kamuoyunda sessiz bir tavır benimserken, perde arkasında istihbarattaki çok başlılığı önlemeyi hedeflediği belirtilmiştir.

Silahlı Kuvvetler’in mensuplarından bazıları hakkında ortaya atılan iddialara karşı sessiz kalmasının; Silahlı Kuvvetler’in çeteler içindeki rolünü tartışmaya açtığının belirtildiği haberde, Jandarma Genel Komutanı Teoman KOMAN’ın Susurluk Komisyonu’na ifade vermeye gitmeyişinin de bu konudaki iddiaların yoğunlaşmasına yolaçtığı ifade edilmektedir.

Haberde Yüksekova Çetesi’nin soruşturulması sırasında gündeme gelen itirafların, ordu mekanizmasındaki bazı aksaklıkları gözönüne serdiği, zira çeteyle işbirliği yapan üsteğmen Hamza CELEPOĞLU, Cihangir Başçavuş ve İbrahim İŞGÜDER hakkında sürdürülen soruşturmanın üst düzey yerel askeri yetkililer (Hakkari Jandarma Alay Komutanı Necati KILIÇKAYA, Taktik Alay Komutanı Albay Ersan ALKAN, Yüksekova İlçe Jandarma Komutanı Mithak GÜL) tarafından önlenmesinin, orduya yönelik güveni yıprattığı ve Silahlı Kuvvetler yetkililerinin bu tip operasyonlarda yakalanan subayları “münferit olarak suça bulaşmış bazı kişiler” olarak nitelemesinin; Yüksekova Çetesi’nin soruşturulması sırasında gündeme gelen itiraflarla biraz fazla iyi niyetli olduğunun kanıtlandığı iddia edilmiştir.

Haberde son olarak Hanefi AVCI’nın, İzmit eski Alay Komutanı Veli KÜÇÜK’ün ordu-çete bağlantısında önemli bir misyon üstlendiğine dair iddiası yeralmış, ayrıca bir istihbarataçının ifadelerine dayandırılarak Veli KÜÇÜK’ün “resmi olarak kurulmayan” JİTEM’in liderlerinden biri olduğu, Bahtiyar AYDIN, Eşref BİTLİS ve Cem ERSEVER’in birbirlerine yakın isimler oldukları, üç önemli yetkilinin yakın zamanlarda katledilmelerinin tesadüf olmadığı, ordu içinde de çetelerin bulunduğu, Cem ERSEVER’e yakın 30 istihbaratçının ERSEVER ile birlikte JİTEM’den ayrılarak ayrı bir klik oluşturduğu, gerek 6. Filo, gerekse son günlerde isimleri ortaya atılan Hüseyin OĞUZ, yüzbaşı Kaşif’i de içine alan geniş yelpazenin üst kademelerde bilindiği, Genelkurmay üst düzey yetkililerinin bu tür çete işlerini yakın takibe aldırdıkları, alt kademelerdeki bazı subaylar ile istihbaratçıların genellikle bu tür kanunsuz işlere girdikleri, ancak bu kişilerin açıklarının yakalanması durumunda ordunun meseleyi kendi içinde sessiz sedasız çözdüğü, cezaların da hayli ağır olduğu öne sürülmüştür.

Cumhuriyet gazetesinde “Yüksekova Çetesi’nin Üstü Örtülüyor” başlığıyla çıkan haberde ise, 1994-96 yılları arasında Yüksekova bölgesinde esrar, eroin ve silah kaçakçılığı yaptıkları ve 15 faili meçhul cinayetten sorumlu oldukları öne sürülen çete hakkındaki soruşturmanın yönünün, PKK’lı ititrafçı ve kilit isim Kahraman BİLGİÇ’in Diyarbakır DGM Savcılığı’na dilekçe göndererek tutuklandığı dönemde Yüksekova Savcılığı’na verdiği ifade ve yaptığı açıklamalardan vazgeçtiğini bildirmesi üzerine, tamaen değişebileceği ifade edilerek, halen tutuklu durumdaki çeteye dahil güvenlik mensupları Fatih ÖZKAN (özel tim), Azmi AYDIN (özel tim), Abdülkadir BAYRAM (polis memuru), Abdülkerim ÖZCÜK (köy korucusu), Osman ÖZPAZAR (köy korucusu), Necmettin HACAR (köy korucusu), Mehmet Emin ERGEN (köy korucusu) ve Osman ERGEN’in de (köy korucusu) serbest bırakılabileceği öne sürülmüştür. [Cumhuriyet, 15.02.1997]

Bu işin sonu Ağar’a kadar gider

Aynı gazetede “MUMCU’yu Çete Öldürdü” başlığıyla Jandarma İstihbaratçı Astsubay Hüseyin OĞUZ’un Yüksekova Çetesi ile ilgili olarak Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadeye de yerverilmiş, OĞUZ’un komisyonda Yüksekova Çetesi ile ilgili bağlantıları anlatırken “bu işin sonu AĞAR’a kadar gider” dediği, yazar Uğur MUMCU ile Orgeneral Eşref BİTLİS’in devlet içinde bulunan ve bir kolu Yüksekova’ya kadar uzanan çete tarafından öldürüldüğünü, MUMCU cinayetinde kullanılan bombaların “Şişko Tekin” olarak bilinen ve şu anda Malatya’da bulunan bir kişinin evinde saklandığını, eski isithbaratçılardan Uğur TÖNÜK’ün de cinayet konusunda bilgili olduğunu iddia ettiği bildirilmiştir. [Cumhuriyet, 19.02.1997]

Haberde OĞUZ’un çetenin lideri olarak Mehmet Emin YURDAKUL’un ismini verdiği vurgulanmış, ayrıca Abdullah CANAN’ın Kahraman BİLGİÇ tarafından iki arkadaşı ile ilgili olarak sorgulandıktan sonra öldürüldüğünü söylediği belirtilmiştir.

Hanefi Avcı’ya Göre Çeteler

Gazete Pazar’da çıkan bir haberde Hanefi AVCI’nın devlet içindeki JİTEM-Emniyet-MİT bağlantılı oluşum hakkındaki ifadelerine yerverilmiş, sözkonusu ifadelere dayanarak bu oluşum içinde varolduğu iddia edilen ilişkiler şematize edilmiştir. [Gazete Pazar, 02.03.1997. (Aslına sadık kalınarak düzenlenmiştir)]

Şema şu şekildedir:

1) JİTEM İçindeki Oluşum:

Cem ERSEVER, Tuğg. Veli KÜÇÜK, Binbaşı Ali YILDIZ,

Mustafa DENİZ,

Ali BALKAN


2)Emniyet İçindeki Oluşum:

Mehmet AĞAR

Emniyet Grubu:

İbrahim ŞAHİN, Ayhan AKÇA, Ayhan ÇARKIN, Ercan ERSOY, Ziya BANDIRMALIOĞLU, Hüseyin KOCADAĞ, Sedat DEMİR.

Mafya Grubu: Korkut EKEN, Abdullah ÇATLI, (Drej) Ali YASAK, Alaattin ÇAKICI, Haluk KIRCI, N. Tevfik AĞANSOY, Oral ÇELİK, Yaşar ÖZ, Ömer Lütfü TOPAL, Sami HOŞTAN

3) MİT İçindeki Oluşum: Mehmet EYMÜR, Yavuz ATAÇ, Duran FIRAT, Hakkı YAMAN, Mahmut YILDIRIM, Yüzbaşı Kaşif, Tarık ÜMİT, Hadi ÖZCAN

Hanefi AVCI’nın ifadelerine dayandırılarak hazırlanan sözkonusu haberde üç oluşum içinde değerlendirilen isimler arasında ilişkilendirme de mevcuttur.

JİTEM içindeki oluşum içinde yeraldığı iddia edilen Veli KÜÇÜK’ün, Emniyet içindeki oluşum içinde yeraldığı belirtilen Abdullah ÇATLI ve Sami HOŞTAN ile irtibatlı olduğu (hatta bir başka gazete haberinde Sami HOŞTAN’ın Veli KÜÇÜK’ten aldığı yardımla Abdullah ÇATLI’nın cenazesini teslim aldığı yönünde bir ifade mevcuttur), ayrıca MİT içindeki oluşum içinde yeraldığı öne sürülen Hadi ÖZCAN ile de bağlantısı bulunduğu belirtilmiştir.

Şema da Emniyet içindeki oluşum dahilinde gösterilen Alaattin ÇAKICI’nın, MİT içindeki oluşum tarafından korunduğu, MİT içindeki oluşum içinde değerlendirilen Tarık ÜMİT’in bir dönem Emniyet içindeki oluşum adına çalıştığı, daha sonra sözkonusu oluşum içindeki Özel Tim mensuplarının adlarının Tarık ÜMİT’in kaçırılması olayına karıştığı ifade edilmiştir.

Ayrıca, bir başka gazete haberinde, şemada Emniyet içindeki oluşum dahilinde değerlendirilen İbrahim ŞAHİN’in, yine Emniyet içindeki oluşumun Mafya bölümünde değerlendirilen Abdullah ÇATLI ve MİT içindeki oluşum dahilinde değerlendirilen Yeşil kod Mahmut YILDIRIM’ı öldürmesi için, MİT içindeki oluşum içinde olduğu öne sürülen Hadi ÖZCAN’ı görevlendirdiği iddia edilmiştir.[Siyah Beyaz, 28.02.1997]

Yeşil Kod Mahmut Yıldırım

Adı-Soyadı: Mahmut YILDIRIM [Hürriyet, 16.01.1997, Yeni Yüzyıl, 17.01.1997 ve Radikal, 28.02.1997 (Hüseyin OĞUZ’un İfade Tutanağı)]

Baba Adı: Salih

Doğum Tarihi: 1953

Doğum Yeri: Bingöl/Solhan İlçesi, Dicnik veya Asmakaya Köyü

Lakapları - Kod Adları: Yeşil, Ahmet DEMİR-Sakallı-Hacı veya Hoca

Son olarak Hollanda’da bulunduğu ve bu ülkede bir gece klübü işlettiği iddia edilmiştir.

Ahmet Cem ERSEVER’in iddialarına göre Tunceli, Diyarbakır, Bitlis, Bingöl, Elazığ hattında işlenen cinayetlerin büyük bir bölümünün sorumlusu Yeşil ile Mehmet YAZICIOĞULLARI’dır. Yeşil 9 cinayetle suçlanmaktadır. [Hürriyet, 16.01.1997, Akşam, 30.01.1997 ve Aydınlık, 09.02.1997]

Bu cinayetler şöyle sıralanabilir:

a) Gazeteci Halit GÜNGEN’in 18 Şubat 1992’de öldürülmesi.

b) Muş’ta Alay Komutanlığı’nda gözaltına alınan beş kişinin 27 Mayıs 1992’de yer göstermeye götürmek üzere alınıp kurşuna dizilmesi.

c) Elazığ İnsan Hakları Derneği Başkanı Avukat Metin CAN ile Doktor Hasan KAYA’nın 21 Şubat 1993’te, işkence yapılıp kafalarına kurşun sıkılarak öldürülmesi.

d) Ayten ÖZTÜRK’ün 27 Şubat 1992 tarihinde Tunceli’nin Mazgirt İlçesi’ne bağlı Kepektaşı köyünde evinden alınarak öldürülmesi.

e) Aydınlık gazetesi, Yeşil’in ayrıca Mayıs 1993’de Elazığ-Bingöl karayolunun Şemdin SAKIK’a bağlı PKK militanları tarafından kesilerek 35 erin öldürülmesi olayında, erlerin sevkiyat tarihini Şemdin SAKIK’a ulaştıran kişi olduğunu, SAKIK’ın Yeşil ile olan ilişkilerinden dolayı Bekaa’da sorgulandığını iddia etmiştir. Aynı gazete Yeşil’in ERSEVER’in öldürülmesinden sonra Güneydoğu’ya gitmediği ve Batı’da tetikçi olarak faaliyet gösterdiği öne sürülmüştür.

Medyada yeralan haberlerle, Sena ER, Hanefi AVCI ve Hüseyin OĞUZ’un Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadelerde, Yeşil’in adam kaçırma ve bazı işadamlarından haraç alma eylemlerine de karıştığı iddia edilmiştir. Bu konudaki iddialar şöyle sıralanabilir:

a) Ömer Lütfü TOPAL’dan haraç alınması: [Hürriyet, 16.01.1997]

Gazetelerde, İbrahim ŞAHİN’in emriyle TOPAL’dan 17 milyon dolar haraç alınması işini Yeşil’in organize ettiği (ANAP Milletvekili Eyüp AŞIK “Objektif” programında bu miktarın yanlış olduğunu, alınan haracın 10 milyon dolar olduğunu öne sürmüştür [Objektif, Show TV, 19.01.1997]), bu meblağın 10 ve 7 milyon dolarlık iki parti halinde İş Bankası Kızılay Şubesi’ndeki Ahmet DEMİR adına açılmış hesaba yatırıldığı iddia edilmiştir).

Hürriyet gazetesi, Yeşil’in TOPAL’dan aynı yolla 6 milyon dolarlık bir haraç daha istediğini, TOPAL’ın bu meblağı bir kurye ile gönderdiğini, ancak paranın Yeşil’e ulaşmadığını, Yeşil’in bunun üzerine TOPAL’dan parayı gönderdiğine dair teyid aldıktan sonra çete mensubu olduğu ileri sürülen ÇATLI, KIRCI, özel tim mensupları Ayhan AKÇA ve Ercan ERSOY’u sıkıştırdığını, Yeşil bu şahısları TOPAL ile yüzleştirmek üzere iken, ÇATLI ve ekibinin TOPAL’ı ortadan kaldırdığını belirtmiştir. Gazete haberlerinde, TOPAL’ın öldürüldüğü zaman üzerinde sadece “Yeşil” yazan bir kağıt bulunduğu vurgulanmıştır.

b) Senar ER’den Haraç Alınması:

Aktüel dergisinde yayınlanan haberde, İstanbul’da yaşayan Yüksekovalı işadamı Senar ER’in kendisinden haraç alınması ve babasının kaçırılması olayı ile ilgili açıklamalarına yerverilmiştir. [Aktüel, 01.01.1997, sayı:286]

Olay şöyle gelişmiştir: 10 Temmuz 1994 tarihinde kendini General Zinnar olarak tanıtan Alaattin KANAT, ER’i arayarak 100 bin mark fidye istemiş ve Ahmet DEMİR’in adına açılmış banka hesap numarasını vermiştir.

ER bu olay üzerine 9 Ağustos 1994’te Bakırköy Cumhuriyet Savcılığına başvurmuştur. 26 Ağustos 1994 tarihinde ise, ER’in Silivri’deki bir yazlıkta KANAT, DYP Bingöl Milletvekili adayı Mehmet YAZICIOĞULLARI ve Nizamettin KUTLU ile buluştuğu bir sırada, polis eve baskın düzenlemiş, KANAT ve arkadaşları gözaltına alınmış, suçunu itiraf eden KANAT tutuklanmıştır. Ancak KANAT, 11 ay sonra tahliye olmuştur.

Ankaralı işadamı Lokman ÇETİN tarafından fidyeyi ödemesi konusunda uyarılan ER’in babası Kadir KEREMOĞLU, 15 Nisan 1995 tarihinde işyerinden kaçırılmıştır.

22 Nisan 1995 tarihinde Lokman ÇETİN’in ofisinde kendilerini özel harpçi olarak tanıtan iki kişi tarafından 750 bin mark ödemesi gerektiği bildirilen ER, 24 Nisan 1995 tarihinde DYP Milletvekili Mustafa ZEYDAN ile birlikte Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’a giderek olayı anlatmış, AĞAR, İbrahim ŞAHİN’den olayın araştırılmasını istemiştir.

25 Nisan 1995 tarihinde Özel Harekat timinin fidyecileri tespit etmesini sağlayan ER, ertesi gün sonucu öğrenmek için Emniyet’e gittiğinde kendisine ilgili kişilerin takip altında olduğu söylenmiştir.

Ancak Emniyet’ten çıkmak üzere iken kendisini cep telefonu ile arayan bir şahıs tehditte bulunmuştur.

Daha sonra bir seyahat sırasında uçakta karşılaştığı özel harpçilerden Nafiz KARACAN hala babasını bulabileceğini söyleyerek 200 milyon istemiştir.

Bu meblağın ilk taksidi olan 80 milyon lirayı KARACAN’ın Ziraat Bankası Kavaklıdere Şubesi’ndeki hesabına gönderen ER’in fidyecilerle bağlantısı kesilmiştir.


Hürriyet gazetesinde konu ile ilgili olarak çıkan haberde ise, Senar ER’in Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede kendisini 1994 yılında arayarak 100 bin mark fidye isteyen kişinin “Yeşil” adlı biri olduğunu, Yeşil’in parayı Ahmet DEMİR adına Ankara Ziraat Bankası Çankaya Şubesi’ne yatırmasını istediğini, yazlık evindeki polis baskınında Nizamettin KUMLU, Mehmet YAZICIOĞULLARI ve Alaattin KANAT’ın tutuklandığını, ancak ikinci mahkemede serbest bırakıldıklarını, fidyeyi isteyen Yeşil’in adının ise polis kayıtlarından silindiğini söylediği iddia edilmiştir. [Hürriyet, 16.01.1997] (Devamı var)